Türkiye'nin en önemli sorunlarından birinin, belki de yerine göre ilk sırada yer alanının "Kürt sorunu" olduğunda kuşku yok. Geldiğimiz noktada "Türkiye'de Kürt yoktur" veya "Kürt vardır, Kürt sorunu yoktur" veya "Kürt sorunu sadece bir bölücülük ve terör sorunudur" türünden yaklaşımları çoktan geride bırakmış bulunuyoruz. Ortada hepimizi ve geleceğimizi yakından ilgilendiren ciddi bir sorunla karşı karşıya bulunuyoruz. Bu açıdan bakıldığında hakikatte Kürt sorunu Türkiye'de yaşayan herkesin sorunudur.
Sorunun birden fazla boyutu vardır. Bunu bundan önceki yazılarımda dile getirmeye çalıştım. Söz konusu boyutları belli bir konsept içinde bir araya getirdiğimizde resmin tamamını görme şansımız olur. Bugüne kadar yeterince önem verilmeyen veya bazı çevrelerce bilinçli bir biçimde göz ardı edilen faktörlerden biri "dini faktör"dür. Hemen belirtmek gerekir ki, burada benim amacım laik bir bakış açısından "din"i birkaç belirleyiciden biri derekesine düşürmek değildir. Yaşanmış bulunan tarihi pratikler ve yatay olarak mevcut durumun anlaşılmasında ve elbette bunlara bağlı olarak çözüm bulunmasında "İslamiyet"in kendine özgü yaklaşımı son derece önemlidir, diğer faktörlerin ortaya çıkmasında ve rol alışlarında belirleyici konumda işlev görmektedir. Yazık ki aydınlarımız ve sorunun tarafları açısından bakıldığından İslamiyet hak ettiği çerçevede ele alınmamaktadır. Zannediliyor ki, bizim "din faktörü"nden kastettiğimiz içi boş, belli hak ve hukuki düzenlemelere dayanmayan soyut bir "İslam kardeşliği"ni öne sürüp Kürtleri kandırmaya çalışmaktır. Hayır, bizim kastettiğimiz bu yakıştırma arasında hiçbir ilgi yok.
Sorunun anlaşılmasında aktüel bir örnek olarak Kafkasya ve Balkanlar'daki etnik çatışmalarla mukayese edildiğinde İslam dininin halka (bütün etnik gruplara) indikçe yatıştırıcı ve birleştirici rol oynadığını; çatışmanın sürdüğü devlet bürokrasisi ile Kürt milliyetçi hareketinin elitine doğru çıkıldıkça etkisinin zayıfladığı gözlenmektedir. Çünkü her iki tarafında dinle ilişkileri sorunludur. Oysa Balkanlarda ve Kafkasyadaki çatışmalarda din tam aksine rol oynamaktadır. Şöyle ki:
Balkanlarda gerilim Müslüman Boşnaklar ile Ortodoks Sırplar, Müslüman Arnavutlar ile Ortodoks Sırplar; Kafkasya'da çatışma ve gerilim Müslüman Azeriler ile Hıristiyan Ermeniler, Müslüman Abhazalar ile Hıristiyan Gürcüler, Müslüman Çeçenler ile Hıristiyan Ruslar arasında cereyan ederken, Türkiye söz konusu olduğunda gerilime taraf olan etnik grupların tümü Müslümandır. Bu, en azından çatışmanın halk arasına ve yerleşim birimlerinde vuku bulmasını engelleyen önemli bir faktördür. Keza tarih boyunca Türkler ile Kürtlerin ortak kararlarda buluşmuş olması (1071 Alpaslan-Malazgirt, 1514 Çaldıran, 1918 Mondros sonrası gelişmeler) benzer etkiyi doğurmaktadır.
Din faktörü hala güçlü etkisini devam ettirmektedir. Daha yüksek düzeyde etki gösterememesinin yakın tarihe ilişkin dört sebebi sayılabilir:
1) Cumhuriyet projesinin dini hayat üzerinde diğer bölgelerde olduğu gibi Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde baskı kurması; PKK'nin adeta bu paralelde bölgenin dini hayatını koruyan, besleyen ve sürdüren medreselerini dağıtması;
2) 1991 genel seçimlerinde 1969'dan beri bölgeden yüksek oy alan Milli Görüş çizgisinin en önemli partisi RP'nin MHP ve IDP ile ittifak kurması. Bu, zaman içinde Kürtlerin sorunlarını İslami politik çerçeveler içinde çözme umutlarının zayıflamasına yol açan kritik bir karardı. 1991 ittifakı, basit bir seçim ittifakı ötesinde sorunun çözümünü istemeyen, İslamcıların soruna müdahil olmasını arzu etmeyen "derin güçlerin projesi"ydi. O günlerde söz konusu ittifakı hararetle destekleyenler bugün karar mevkilerinde etkin konumda bulunmaktadırlar. Kürt seçmenin yüzde 80'ler oranında yine bu gelenekten gelen siyasetlere dönmesi, 22 temmuz 2007 seçimlerinde oldu, bunun iki sebebinden biri AK Parti'nin bir Türkiye partisi olarak siyaset yapması, diğeri Başbakan R. Tayip Erdğan'ın 12 ağustos 2005'te Diyarbakır'da yaptığı ünlü konuşma.
3) Hizbullah'a izafe edilen mezar evler, satırlı cinayetler vb. dehşet verici imajların aileler ve gençler üzerinde adeta bir travmaya sebebiyet vermesi. Söz konusu operasyonun gerisinde Ergenekon tipi yapılanmaların olduğu bugün çokça konuşulan bir konudur.
4) Devletin eğitim, üniversiteler ve medya üzerinden yürüttüğü otoriter laikliğin her geçen gün biraz daha Türkleri ve Kürtleri birbirinden ayırması.
Bu dört unsur, Kürt sorununun anlaşılmasında ve çözümünde din faktörünün rolünü oynamasına engel oynamaktadır.
Bütün bunlara rağmen din, hala birleştirici, toplayıcı ve bir arada yaşatıcı ana faktör olarak rol oynamaktadır.