Kürt halkının emelleriyle ABD'nin Ortadoğu'daki neo-emperyalist projesi sadece görünürde uyuşuyor. Arap, İranlı ve Türk solcuların önündeki acil görev, ABD'nin emperyalist projesine karşı çıkan ve özgürleşmeci bir program benimseyen sosyalist Kürtleri desteklemek

Günümüzde Kürt halkı, özellikle de Irak ve İran'dakiler, kendilerini kritik bir konjonktürde bulmuş durumda. ABD'nin Ortadoğu'daki emperyalist projesi, en azından kısa vadede Kürtlerin ulusal mücadelesiyle uyuşmuş görünüyor ki, bu mücadelenin güçlenmesi ABD'nin 'rejim değişikliği' arzuladığı İran ve Suriye'yi doğrudan tehdit ediyor. Bu devletlerin kendi Kürt vatandaşlarına karşı muamelesinin acımasızlığı göz önüne alındığında, söz konusu mücadeleyi alıp Amerikan projesiyle aynı safa yerleştirmenin cazibesi sadece geleneksel milliyetçi Kürt siyasi partileri arasında değil, sıradan Kürtler arasında da epey güçlü.

Bu durum Batı'daki ve bölgedeki laik ve radikal-ilerici güçler için bariz bir
siyasi ikilem; Kürt halkının meşru ulusal mücadelesini desteklemek, benimsedikleri daha genel antiemperyalist stratejiyle gerilim yaratıyor. Ancak bu sadece görünüşte geçerli. Aslında 'Kürt sorunu' hem Batı'nın bölgedeki neo-emperyalist projelerini zayıflatmak hem de Kürtlerin azınlıkta olduğu İran, Irak, Türkiye ve Suriye'deki radikal-laik ve ilerici-özgürleşmeci eğilimleri güçlendirmek için yegâne platform. Bunu göstermek için önce Kürt milliyetçiliğinin tarihine göz atacağız.

Modernleşme çözücü etki yarattı
30 milyonu aşan nüfuslarıyla Kürtler, 'ulusal sorunu' yanıtsız kalmış en büyük halk. Yüzyıllık etnik zulüm, ekonomik ayrımcılık, baskı ve kültürel boyunduruk sürüyor. 1. Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu haritasının yeniden çizilmesiyle Kürdistan dört yeni 'ulus-devlet', yani İran, Irak, Türkiye ve Suriye arasında bölündü. Klasik bir 'geç milliyetçilik'
vakası olarak, ulus-devlet inşasına ilişkin organik süreci mümkün kılacak gelişmiş bir ulusal ekonomi bulunmadığından, bu yeni devletlerdeki etnik grupların süregiden birlikteliği çoğunluktakilerin siyasi-kültürel üstünlüğü temelinde yeniden
biçimlendirildi. Özgün demografik, siyasi ve tarihsel koşullara bağlı olarak Arap, Türk ve İranlı yeni yönetici seçkinlerin sömürgecilik sonrası ulus inşa politikaları etnik inkârdan (Suriye ve kısa süre öncesine kadar Türkiye), gönülsüz kabule eşlik eden ağır baskıya (Irak) ve etnik asimilasyona (İran) uzanan bir çeşitlilik gösterdi. Sonuçta Kürtler de kendi uluslarını büyük ölçüde efendilerinden gördükleri terimlerle 'ters tasavvur etmeye' başladı. Ancak bu ters tasavvur sorunlarla karşılaştı; zira başlarındaki hâkim etnik gruplar yerleşikken, Kürtler aşiret ve göçebelik üzerinde yükselen bir hayat tarzına sahipti.
Arap, Türk ve İranlı hâkimler güvenlik gerekçesiyle Kürdistan'ı asgari düzeyde de olsa kalkınma programlarına katınca, geleneksel sosyo-ekonomik yapı devletin yönettiği çeşitli 'modernleşme' projelerinin çözücü etkisine maruz kaldı. Böylece Kürtlerin ulusal sorunu eşitsiz kapitalist kalkınmanın sosyo-ekonomik yanı haline geldi. Özerklik isteyen yeni Kürt mücadelesi bu bağlamda belirdi ve modern milliyetçi söylemler ve siyasi seferberlik usülleriyle merkezi otoriteye meydan okumaya başladı. Merkezi yönetimlerse giderek daha fazla şiddete başvurdu. Kürtlerin yaşadığı yerleri askerle doldurdular ve aşiret reislerini devşirip, onları güçlenen milliyetçi Kürt örgütlerine karşı kullandılar.
Dolayısıyla bu süreç Kürdistan'ın nispeten geri kalmış sosyo-ekonomik şartlarıyla ekonomik ve siyasi güvensizliğe dair durumun (yeniden) üretilmesine yaradı. Neticede milyonlarca Kürt köylüsünü büyük şehirlere göç edip, büyüyen inşaat ve tekstil sektörlerinde hayatlarını kazanmaya zorlayan şiddetli ama dolaylı bir 'ilk birikim' harekete geçirildi. Bu nedenle günümüzde en büyük Kürt nüfusa sahip kent İstanbul'dur. İçiçe geçmiş bu süreçlerin kronolojisi ve biçimlenmesi sonucu ekonomik yoksunluk (her ne kadar sadece onları etkilemiyor olsa da) Kürtler tarafından etnik kökenli görülmeye başlandı. Bu da Kürt ulusal davasını güçlendirdi.

İran'daki hariç, 20. yüzyıldaki Kürt ulusal hareketi geleneksel milliyetçi güçlerce yönlendirilmiştir ki, bunların davası da esasen, geleneksel Kürt yönetici seçkinlerinin ve beliren burjuvazinin hâkim etnik grubun seçkinleriyle siyasi ve ekonomik eşitliği elde etme girişimini ifade eder. Savaştıkları merkezi devletlerin anti-demokratik doğası Kürt ulusal partilerine demokratik boyut katar. Ulusal sol hareketlerle bağlarını kuran da bu boyuttur.
Ancak 1970'lerden itibaren sosyalist ve komünist yerel Kürt güçlerinin belirmesiyle bu demokratlığın yüzeyselliği ortaya çıkar. 1980'lerde İran Kürdistan Demokrat Partisi Komala'ya karşı amansız bir savaş verir. Sovyetler'in çökmesiyle sosyal demokrasinin son kalıntıları Kürt ulusal söyleminden çıkarıldı ve otoriter bir aşiret milliyetçiliği liberal cilanın altına gizlenerek işleyiş biçimi haline geldi.

Kürtlerin ABD desteğine kapılmasının gerisinde kısmen azınlık oldukları ülkelerdeki laik-milliyetçi ve solcu güçlerin siyasi mirası yatıyor. Buralarda solun büyük kısmı, özellikle de Stalinist ve sosyalist-halkçı eğilimler Kürt sorunundan uzak durdu. Çoğu kez sorunun aciliyetini sulandırma ya da demokratik ve anti-emperyalist mücadeleye yerleştirme eğilimindeydiler. Onların laik-milliyetçi rakipleriyse daha kötüsüne kalkıştı; çoğunluk şovenizme yaklaşan aşırı milliyetçi bir söylemle sıklıkla merkezi hükümetlerin ayrılıkçılık ve yabancı güçlere itaat suçlamalarını tekrarladı ki, bu suçlamalar değişmez biçimde Kürt ulusal hareketlerinin şiddetle bastırılmasına bahane edildi.

KDP ve KYB ders almamış
Bu hayalkırıcı miras pek çok Kürt'ün laik ve solcu yönelimlere kuşkuyla bakmasına yol açtı. Bu durum, stratejilerini Kürt halk kitlelerinin gücü ve temsili üzerine değil de, uluslararası ve bölgesel çekişmelerin getirdiği fırsatlardan yararlanılması üzerine kuran reaksiyoner Kürt milliyetçisi güçlerin işine geldi. 1946'da İran'daki Mahabad Cumhuriyeti, 1960 ve 70'lerde Irak'taki Barzani hareketi ve PKK mücadelesi böyle bir stratejinin başarısızlığının ve feci sonuçlarının önemli örnekleridir. Buna rağmen hiç ders alınmamış. Kürdistan'ın neredeyse her yanından Kürt milliyetçisi partiler ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'ne katılmakta tereddüt etmedi. Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) bu eğilimin parlak örnekleri.

Her ne kadar Kürtlerin vatandaşlık ve hak mücadelesi milliyetçi Kürt partilerinin dar ve neredeyse reaksiyoner politikalarına indirgenemezse de, sözü geçen genel sosyo-tarihsel ve siyasal koşullar sayesinde bu partiler miyop stratejileri çevresinde Kürt halkının önemli bir kesimini toplamayı başardı. Söz konusu Batı bağımlı strateji maalesef laik, ilerici, özgürleşmeci ve anti-emperyalist harekete göre daha geniş bölgesel sonuçlar yarattı.
Batı medyasının Kürtler hakkındaki haberlerinde eksik olansa Kürdistan'da, özellikle de İran kısmında, hem ABD'nin emperyalist projesine karşı çıkan hem de özgürleşmeci bir program benimseyen radikal sosyalist güçlerin bulunduğu. Bu tavır onları Amerikan neo-sömürgeciliğine karşı bölgesel ve uluslararası direniş hareketinin doğal müttefiki kılıyor.
O halde, genelde Batılı radikal-demokratik ve sosyalist güçlerin, özeldeyse Arap, İranlı ve Türk solcuların önündeki acil görev, sözü geçen radikal güçleri destekleyip Kürt toplumundaki konumlarını güçlendirmek. En önemlisi reaksiyoner Kürt milliyetçiliğini en etkili siyasi sloganından arındırmalılar, yani Kürt ulusal sorununun çözümü sloganından. Kürt halkını gördükleri ulusal baskıya karşı kendi kaderini tayin hakkı biçiminde temel, adil ve kalıcı bir çözüme net destek verdiklerine ikna etmeliler. Bu, onları ABD'nin bölgedeki stratejisinden büyük ölçüde uzaklaştıracak ve geleceklerini demokrasi ve sosyal adalet mücadelesine kenetleyecektir. Bunlar, Amerikan neo-emperyalizminin sağlayamayacağı ve aciliyet kazanan talepler ki, Kürtler giderek daha fazla bunun farkına varıyor.

Özerklik yoksulluk getirir
En önemlisi laik-ilerici güçler Kürtlerle doğrudan bağlantı kurmalı ve aşiret milliyetçiliği kendi stratejik-yapısal sosyo-politik sınırlılığını aşıp, bir tür siyasi özerklik elde etse bile Kürtlerin çoğunun ekonomik koşullarının daha kötü olacağını açıklamalı. Kürdistan'ı küçük ve ayrımcılık gören bileşeni olduğu ulusal ekonomilerden koparıp, ABD ve İsrail'in İran ve Suriye'ye karşı savaşında jeo-politik sıçrama tahtasına çevirmesinin yanında bu durum onu, bahsi geçen ülkelerle ekonomik etkileşim olasılığını yok ederek, daha fazla zorluğa mahkum edecektir. Petrolün önemli gelir kaynağı olduğu Irak Kürdistanı'nın aksine Kürdistan'ın diğer bölümlerinde elle tutulur bir ekonomik altyapı pek yok. Bu, küçük ve denize kıyısı olmayan Kürt devletlerinin işgalci Batılı güçlerin dinlenme yeri olmaktan başka seçeneği bulunmayacağı ve iktidardaki milliyetçi partilerce ABD'den alınan jeo-politik kirayla hayatta kalacağı manasına geliyor.
Ancak reaksiyoner Kürt milliyetçiliğine ve bölgedeki ABD stratejisine geri adım attırmanın mümkün olduğunu gösteren işaretler var. KYB/KDP hâkimiyetindeki Irak Kürdistanı'nın yanı sıra İran Kürdistanı güçlenen bir sınıf mücadelesine sahne oluyor. Sosyo-ekonomik mevzular öne çıkıp gündeme hâkim oluyor. Halk derinleşen sınıf ayrımları, keyfi yönetim ve
geniş yolsuzluk nedeniyle hayalkırıklığı içinde. Kuzey Irak'ta işçilerle öğrencilerin protestoları durumun ciddiyetini gösteriyor. Solun karşısında zorlu bir görev var ama bu durum otoriter Kürt milliyetçiliğine karşı koymak ve ABD'nin Ortadoğu stratejisine darbe indirmek için gerçek bir fırsat da yaratıyor.

Kaynak: Radikal