Ülkemizde siyaset mühendisliği, hatta toplumu lego bloklarından oluşan bir şey sanma fikrinin üzerine oturtulan toplum mühendisliği en yaygın amatör sporlardan biri maalesef.

Toplum mühendislerine göre, mesela 'Kürt açılımı' yaparsanız, eğer başarılı olamazsanız (ki kısa dönemde başarılı olamayacağınız kesindir, çünkü 'başarı' denen şey en azından bir sürecin sonunda belirginleşecektir) Türkiye'nin batısında oy kaybedersiniz.

Bu, kıymeti kendinden menkul mühendislerin uzun yıllardır söylediği ve esasen hiçbir bilimsel temele dayalı olmayan teori, 'Kürt sorunu' denen sorunun demokrasi içinde çözümünün önündeki en büyük engeldir aslında.
Milliyetçi Hareket Partisi lideri Devlet Bahçeli, mühendislerin bu teorisine inandığı için olacak, daha ilk günden, ortada bir plan ve proje bile yokken muhalefet bayrağını açtı, ağza alınmayacak ağır sözlerle iktidarı eleştirmeye başladı.
Amacı belli: Eğer teori işlerse 'Batı'da oy kazanmak!

Bu ağır muhalefet biçimi, anlaşılan Adalet ve Kalkınma Partisi'ni de derinden etkilemiş durumda. Önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan çıktı, çok ağır sözlerle Devlet Bahçeli'ye yüklendi. Başbakan, Bahçeli'ye yüklenirken kendisi ve Türk siyaseti açısından ilginç bir konuya da değindi: Abdullah Öcalan'ın idamı meselesi.

Erdoğan, MHP lideri Bahçeli'yi Öcalan'ı idamdan kurtarmakla suçluyordu. Evet, yanlış duymadınız, 'Kürt açılımı'na hazırlanan, bundan 'Barış projesi' diye söz eden Başbakan, MHP'ye dönüp, 'Madem o kadar milliyetçiydiniz, neden Öcalan'ı asmadınız?' diye soruyordu.

Tabii Başbakan'ın açtığı bu yoldan Ak Parti Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ da emin adımlarla yürüdü, benzer söylemi tekrarladı. Ak Parti sözcüsüne göre Öcalan'ın idamını erteleyen MHP, Amerikan planına uygun hareket etmişti.

Peki aradan bunca zaman geçtikten sonra ne yapalım? Asalım mı Öcalan'ı? Bunu mu öneriyor iktidar partisi? Yoksa, 'Keşke zamanında asılsaydı' mı diyor?

***
Bu insanlık dışı tartışmanın yapılmasının ve Ak Parti'nin Kürt açılımı konusundaki samimiyetinin bir anda tartışılır hale gelmesinin tek sebebi, yazının başında anlatmaya çalıştığım mühendislik teorisinin işlediğine olan inanç.

Peki ya teori işlemiyorsa? Ya seçmenin oy verme davranışı, böyle tekil bir konuya değil çok daha karmaşık mekanizmalara bağlıysa? Ya Türkiye'de 'Kürtlere hak vereni siyasetten silerim' diye düşünen bir kitle hiç yoksa? Ya böyle bir kitle olsa bile küçük bir grupsa? Ya o kitle zaten Ak Parti'ye değil MHP'ye oy verenlerden oluşuyorsa?

Bu işlerde Tarhan Erdem veya Erol Tuncer kadar tecrübeli ve bilgili olduğumu iddia edecek değilim ama bana öyle geliyor ki seçmen davranışlarını öyle birkaç başlığa indirgemek çok zor, geniş kitlelerin tek tek bazı konularda alınan tutumlara göre yer değiştirdiğini düşünmek ise abesle iştigal.

Bence dünyanın her yerinde geçerli olan bazı siyaset kuralları Türkiye'de de seçmen davranışını belirleme konusunda geçerli. Bunlar, liderin inandırıcılığı ve beğenilmesi, liderin yönetme kapasitesi, liderin halka yakınlığı ve samimiyeti, ekonomik durum başta olmak üzere akla gelebilecek her türlü konu.

***
Ak Parti'nin siyaseten sıkıştığını düşündüğü anda milliyetçilik bayrağını eline alıp sallamaya başlaması, 'Kürt açılımı'nın gerçekleşmesinde bu partiyi de hükümetin müzakere yürütmesi gereken kurumlardan biri haline getiriyor.
Eğer bir 'açılım' olacaksa, Ak Parti içinde de bir müzakere süreci yaşanmak zorunda kalacak demektir.

Başbakan Erdoğan, partisinin milletvekillerine bu konuda çok konuşmamalarını öğütleyip sonra da 'Söz ola kestire başı' diye aba altından sopayı gösterirken aslında bu müzakere gereğinin pekâlâ farkında olduğunu da ilan etmiş oluyordu.

Maalesef bende 'açılım'dan 'içine kapanım' sürecine doğru geçmekte olduğumuz izlenimi doğmaya başladı. Umarım yanılıyorumdur.

Kaynak: Radikal