Türkiye'de 28 Şubat sonrası, 11 Eylül başıydı. Alman İnsan Hakları Derneği'yle çalışıyordum. Kötü bir örgüttü.
1970'lerde kurulmuştu.
"Azınlık hakları" ekseninde faaliyet gösteriyordu daha çok. BM'de danışma statüsüne de sahipti.
Gerek Türkiye'de, gerekse Almanya'da anti-demokratik uygulamalarla ilgili olarak Türkiye'den Almanya'ya gelen bir heyete danışmanlık yapıyordum.
Heyette parlamenterler, akademisyenler ve sivil toplum örgütleri temsilcileri de yer alıyordu.
Heyet, Alman İnsan Hakları Derneği yöneticileriyle birlikte Berlin'deki Alman parlamentosunu ziyaret edecekti.
Yeşiller, Sosyal Demokratlar, Hıristiyan Demokratlar ve Dışişleri Bakanlığı'ndan üst düzey bürokratlarla görüşmeler gerçekleşti.
Görüşmelerde 28 Şubat postmodern darbesi de gündeme gelmişti. (…)
Almanlar aralarında söz birliği etmişçesine sözü Mardin'de tutuklanmış olan Yezidi din adamı Josef'e getiriyorlardı.
İşte Almanya'da derin devlet varsa budur…
Heyetteki liberal bir öğretim üyesinin "Türkiye'deki dini çoğunluğun özgürlükleri ne olacak?" şeklindeki sorusu, Almanlar üzerinde soğuk duş etkisi yapıyordu tabii.
Almanya'da derin devlet kurumsaldır, kişisel değil!
***
Yukarıdaki ifadeler bana ait değil. Geçenlerde Fide Yayınları arasından çıkan "Batı'da doğulu olmak" kitabının yazarı sevgili arkadaşım Mehmet Doğan'a ait.
Bizdeki karşılığı üç aşağı beş yukarı çeteleşmeden ibaret olan "derin devlet" algısının, Almanya özelinde Avrupa'daki karşılığını son derece ilginç bir saptamayla dillendiren Mehmet Doğan, Batı'nın Doğu'ya, göçmene, yabancıya bakışını, tarihi köklerini de ihmal etmeyerek o kadar sade, içten bir şekilde anlatıyor ki, olursa o kadar olur!
Entegrasyonun göçmenlerle nerdeyse eşanlamlı kullanıldığını, entegrasyondan da Alman toplumuna uyum sağlamanın kastedildiğini, bu uyumun bedelinin de kimliklerini unutan Polonyalıların akıbetiyle aynı olacağını ifade eden Mehmet Doğan, İslam'ı hukuken tanımayan tek Avrupa ülkesi olan Almanya'nın kısa zaman öncesine kadar göçmenlerin varlığını bile tanımadığını şöyle ifade ediyor:
"Almanya, ülkesinin bir göçmenler ülkesi olduğunu hiç kabullenmemekte işe daha kökten bir reddiyeyle yaklaşıyor.
Nasıl mı?
Almanya'nın göçmen bir ülke olmadığını söyleyerek!
Hukuken Almanya ne göçmenler ülkesi, ne de Almanya'da göçmenler yaşamakta.
Yıllardır Almanya bu tezi savundu.
Savunduğu tez Almanya'da sadece geçici olarak 'yabancılar' yaşıyor şeklinde. Bu yabancılar bir gün gidecekler.
Almanya'nın bu tezi, Türkiye'nin Türkiye sınırları içerisinde Kürt yaşamıyor, onların hepsi 'gerçek Türk'lerdir demesi gibi bir şey…"
Mehmet Doğan, 1961 Ankara Anlaşması uyarınca başlayan 'gurbetçilik' macerasını, "Almanya acı vatan /adama hiç gülmeyi / nedendir bilemedim / bazıları gelmeyi…" mısraların yer aldığı bir Ruhi Su türküsü berraklığında dile getiriyor:
"Bir azimet destanıdır öykümüz aslında, cennet bahçelerinde başlayan gurbetlere bir yakınmadır sürgünümüz…"
***
"Yabancı mıyız, gurbetçi miyiz, göçmen miyiz, kalıcı mıyız, gidici miyiz?" sorularına cevap ararken, "Bize 'Misafir İşçi' dediler, tutmadı. Kırk yıllık misafir mi olur? Bize 'Yabancılar' dediler, o da tutmadı" diyor.
"Bize 'gurbetçi' dediler; o da gerçeği ifade etmiyor.
Birçoğumuzun doğduğu topraklar sadece yaşadığımız, doyduğumuz; işimizin, aşımızın, okulumuzun annemizin-babamızın tırnaklarıyla inşa ederek yaptığı camimize üç saatlik uzaklıkta…"
Peki tutan, tutturulan ne?
İslamifobia!
ABD'nin, Afganistan'dan Irak'a kadar yerleşmesine (en hafif tanımlamayla) oryantasyon sağlayan 11 Eylül saldırısı, Avrupa'nın nasibine de, 'göçmenleri' canından bezdirmeyi; sınır dışı edilmekle, asimile olmak arasında tercih yapmayı düşürdü.
Mehmet Doğan, 11 Eylül sonrası Avrupa'da yaşanan "İslamifobia"ya, bir Türk taksi şoförünün meyhaneye müşteri almak için gittiğinde, katillerin ve teröristlerin kullandığı arabaya binmek istemediklerini dillendiren Almanlardan, kapı komşusunun değişen bakışlarına kadar bir yığın örnek veriyor.
Okula giden küçük kızı, "Bütün yabancılardan kuşkulanmak lazım, bunların ne yapacağı belli olmaz…" şeklindeki bir Alman'ın sözlü tacizi üzerine, "Korkuyorum baba!" diyor, "Bana bir şey yaparlar mı?"
Hülasa, müthiş gözlem ve tespitlerin olağanüstü bir sıcaklıkla aktarıldığı "Batı'da doğulu olmak" mutlaka okunması gerekli bir kitap…
Kaynak: Yeni Şafak