I- Çiçek açmış ağaçlar eşliğinde girdik Mostar’a. Ne ağacı bunlar? Kayısı için daha erken, dedi Esmanur Hangül. O, Malatyalı.  Entelektüel Aktiviteler Kulübü’nün yayını olan “Sivrisinek”  dergisi için cümleler deriyor geçtiğimiz yollardan.

Mostar’ın sembolü ise galiba narmış.

Eskiden öyleymiş, kimileri için belki hâlâ öyle. Benim için ise yıllardır buzdolabı kapağının üzerinde yanıp sönen bir magnet görüntüsünden ibaret değildi yaralı köprü. İki yeri veya durumu birbirine bağlayan sallantılı zemin olarak bir köprü her zaman dikkat çekicidir; ancak çoktandır  Mostar neredeyse Srebrenitsa misali bir vahşetin içyüzünü açıklayan bir sembole dönüştü.

Köprünün ortasında bir yerde durmuş düşünüyorum: Köprü, geçiş isteği kadar buna mecburiyetin de zemini; tahammüllü olmayı bilmek gerek. Ayrıca, gelip geçiyoruz buralardan, ama bakalım attığımız nihai adım ne kadar emin... Köprü iki yanlı bir emniyet vaad ederken yüzyılları deviriyor. Gözleri, hafızası var; İvo Andriç Drina’yı öyle anlattı ya...

Filmlerde köprü gerilimi tırmandıran ve sonu hazırlayan, sonu bildiren mekân, senaryo henüz bunu belli etmese de orada nihayet bir bölünme ya da kavuşma yaşanacak. Köprüde vurulmak çok kolay ayrıca. Koşuyor kişi, bütün varlığıyla ortada, mutlaka oradan geçmesi, bir şeylere ulaşması gerekiyor, bu öylesine zorunlu ki hedef tahtası yapılmayı göze aldırtıyor.  

Saraybosna’nın bir köprüsü üzerine de savaşın ilk kurbanlarının kanı aktı. İki direnişçi kadın, doktor olmaya hazırlanan  24 yaşındaki Suada Dilberoviç ve 2 çocuk annesi 34 yaşındaki Olga Sučić, savaşa karşı olduklarını ilân eden kalabalıklarla Miljacka nehrinin üzerinde bulunan Vrbanja köprüsünün karşısına kurulan barikatlara doğru yürüdüler. Barikatlarla örülen şehre barış adına sahip çıkmak, Saraybosna'nın hâlâ kendilerinin olduğunu göstermek istiyordu kalabalık. Köprünün üzerine gelindiğinde Bosna televizyonu muhabirine "Ben iki çocuk annesiyim. Onlar adına bu şehri savunacağım!..."  şeklinde cesurca bir konuşma yaptıktan hemen sonra Olga, Holiday İnn Oteli’nden Çetnikler tarafından açılan ateş sonucu  hayatını kaybetti. Suada ise yardımına koşanlara "burası Saraybosna mı?" sorusunu sorar sormaz hayata gözlerini yumdu. 

Bosna savaşı bittikten sonra  Vrbanja Köprüsünün adı Suada Dilberoviç ve Olga Sučić Köprüsü olarak adlandırıldı. Köprünün üzerinde, Dilberoviç ve Sučić onuruna yapılan levhada, "Bir damla kanım aktı, Bosna kurumadı" şeklinde bir ibare var.

II- Şimdi, yaşsız başsız ve fazla temiz, düzgün durduğu halde gözleri bozuk geliyor bana Mostar’ın.  Taşları orjinalinde kullanılanların ait olduğu ocaktan getirtilmiş üstelik.

Ortasında bir yerde durmuş manzarayı izlerken aklıma geldi: Norveçli ressam Munch’u bir köprü üzerinde yakalayan (nevrastani eseri) çığlığı bir önsezinin eseri sayabilir miyiz... Munch’un tabiata yakıştırdığı derin yabancılaşma ve kâbusun çığlığını tarihe ve topluma da yakıştıramaz mıyız acaba... Biriktirilmiş hınç toplu ölümlere yol açmadan nasıl altedilebilir, sorusunu öne çıkarıyor şimdi fiyordlar diyarının gölgelerini taşıyan çığlık, durduğum yerde üzerime üzerime gelirken.

Köprüler ülkesi olarak tarif edilebilir Bosna, güzelim yeşil ırmakları nedeniyle. Birçok köprüsü de Osmanlı mirası. 

Mostar’ın bombalanması toplumsal belleğin de infilakıydı. Ara tonlar kayboldu, komşu denilen, selamla karşılanıp uğurlanan kişi sapık tecavüzcüye dönüştü. Bunun başlıca sebebinin dur durak bilmeyen kimlik indirgenmesi olduğu açık. Sana benzemeyen, benzemeye yanaşmayacağı da aşikâr görünen kişi her belayı, her kötülüğü hak ediyor. Ve en temel ahlaki duyarlıklara ihtiyaç duyulan yerde etik, parantezlerle tanınmaz olan bir söze dönüşüyor.

Hafıza kaybı; Le Corbusier bunu önemsemezdi. Oysa mimarın hafıza kaybı yaşama gibi bir konforu olamaz. Kültürel bellekte izi kalacak iki mimari yıkım örneğini, Pruit–Igoe ile Mostar yıkımlarını, güçlü bir mesajla birlikte sergileyen, Gülay Keleş Usta ve Ayhan Usta’nın “Bir kentin ölümü ve çağdaş mimarlık tarihine eleştirel bir bakış” başlıklı  çalışması bu açıdan bana çok anlamlı geliyor. 1994’te Mimarlar Odası’nın  Grafik Sunuş Dalı, Başarı Ödülü’ne layık bulunan çalışma, yıkım sebeplerinin sebep olduğu sorulara yönlendirmeyi amaçlıyor mimarların dikkatini.

Yıl 1972… St. Louis, Missouri’de “modern” anlayışla tasarlanan toplu konutlar dinamitlenerek yok edildi. Mimarlık tarihçisi Jencks’in Postmodernist eğilimleri temellendirdiği bu olaydan sonra mimarlar, bakışlarını tarihsel, kültürel ve toplumsal değerlere yönelttiler. Yıl 1992-1993… Bosna Hersek’te insanlığın ortak ürünü olan tarihsel ve kültürel değerleri taşıyan kentler, anıtlar ve toplu konutlar bombalanarak mimarların esin kaynakları kurutulmak istendi. Tıpkı Mostar Köprüsü’nde olduğu gibi.  

III- Mostar beldesi köprü bağlamında hep bir ispat sahası... Nişanlı erkekler cesaretlerini kanıtlamak için köprünün ortasından Neretva ırmağına atarlarmış kendilerini düğünden önce, çoktandır köprü etrafında para karşılığında aşkını kanıtlamaya çalışan yerine ırmağa atlamaya hazır birileri var. 

Trajedilere açık arazi; bir taraf  Hırvat, bir taraf Boşnak. Hırvat tarafının zirvelerinde bir haç; etrafı mayınlarla döşeli. Savaşı siz kazanmış olabilirsiniz, ama bizim haçımız orada oldukça çok kesin bir zafer değil bu, dermiş Hırvatlar, Uluslarası Saraybosna Üniversitesi’nde psikoloji öğrenimi gören Büşra Acun’un anlattığına göre. Bu söze karşılık Aliya’nın, bizim de en yukarıda ay-yıldızımız var, daha ne olsun, dediği kaydediliyor.  

Mostar’ın yıkılması radikal ayrım talebiydi de...  Lahey Sözleşmesi’ne binaen Dünya Tarihi Mirası Koruma amblemi  bile koruyamadı güngörmüş köprüyü.  Mavi amblemin bulunduğu beyaz bayrak hedef alındı. Köprüyü korusun diye asılan araba lastikleri de bir yere kadar dayanabildi. 

Srebrenita’yı gördükten sonra sürekli aynı soru yankılanıyor zihnimde: Böyle bir cinnet halini başıboş bırakmak için hangi beklenmedik eşikten kör topal geçmek gerek? Kriz anlarında komşunun katile ve tecavüzcüye dönüşmesi hangi mutlak sebeplerle kaçınılmaz olsun? Köprünün buna vereceği bir cevabı yok sanki, tarihi kesintiye uğradı çünkü, suya gömüldü yaşlı bedeni saldırılar sonunda; ikinci hayatı boyunca kaydettiği ise turistlerin flaşlarıyla aydınlanan pozlar, seyir ifadeleri, ünlem yüklü cümleler.

Neretva ırmağının kıyısına oturduğunuzda ise akıp giden yeşil suyun ilettiği sükunet kendinizi zorlamanıza gerek kalmadan hâkim etik stratejileriyle paranteze kapanmaya zorlanan düşüncelerinizi tazeliyor: Komşunuzu gizli düşman olmaktan kurtaracak sebeplerden yoksun bulunmadığınızı öğrenmeyi ve anlatmayı sürdürmeniz gerektiği için de ırmak işte böylesine güvenli ve serinlik yayarak akmaya devam ediyor olmalı.