Soğuk Savaşın başlangıç yıllarında Arap dünyası büyük bir gerilim altındadır. Bir taraftan İngiliz nüfuzu yerini Amerikan nüfuzuna terk etmekte ve diğer taraftan da SSCB bölgeye sarkmakta ve  rakip olarak girmektedir. Geçmişte Fransa ile İngiltere arasında nüfuz çekişmesi bir biçimde Soğuk Savaş döneminde ABD ile SSCB ve peykleri ve uyduları arasına taşınmış ve yansımıştır.  Suriye gibi ülkeler SSCB karşısında gönülden Batı kampını ve ittifakını yeğlemekle birlikte pratikte sorunlar yaşamaktadırlar. Bu ittifakın bir de promosyonu vardır. İsrail! İşte bu Suriye gibi ülkelerdeki iktidarları tercih noktasında zorlamaktadır. ABD ile ittifakın meşruiyetini gölgelemektedir. İşte bu zeminde Amerikalılar bölge ülkelerini Bush’un dediği noktaya çekmekte ve savurmaktadırlar. Ya bizimle ya da karşımızdasınız. Üçüncü bir seçeneğe müsade ve imkan yoktur. Muhalif isimleri ve kadroları ‘kızıllıkla’ damgalarlar. Bu itibardan düşürmek için kafi bir suçlamadır. Kızıllıktan kaçınmak için İsrail ve Batı taraftarı olmak gerekir. Sözgelimi,  Sorbonne’da hukuk eğitimi alan ve aynı zamanda ulema geleneğinden gelen Muhammed Maruf Devalibi 1951 ile 1962 yılları arasında Suriye’de meclis başkanlığı ve başbakanlık gibi önemli görevlerle bulunmuştur. Bu görevleri sırasında sıklıkla Amerikalılarla karşılaşmış ve onların bu yöndeki telkin sağanağı altında tutulmuştur. Amerikan elçileri kendisi İsrail’e doğru itmek ve yönlendirmek istemişlerdir. Bir defasında Amerikan elçisiyle arasında ibretlik bir diyalog geçmiştir. Kaziyemizi ispat eder niteliktedir.

*

Amerikan elçisi, Devalibi’ye SSCB ile ABD arasında seçim yapmak zorunda olduklarını ihtar eder. Bunun üzerine Devalibi şunu söyler:” Biz hür dünya ve ABD ile birlikte olmak isteriz.  Lakin ABD ile olduğumuzda karenin içine İsrail de giriyor.. İsrail ise topraklarımızı ve varlığımızı tehdit ediyor. Halbuki, SSCB bizden uzak. İdeolojik olarak manevi varlığımızı tehdit etse de İsrail gibi maddi varlığımızı tehdit etmiyor…” 

Amerikan elçisi Devalibi’ye gitmek için tek yanlı ve mecburi istikameti gösterir. Bu, 1951 yılında Filistinliler tarafından Mescid-i Aksa’da öldürülen Şerif Abdullah’ın yoludur. Suriye Ürdün’ün yolunu tercih etmelidir. Şerif Hüseyin ve oğullarının yolunu yordamını benimsemelidir.  ABD ve İsrail ile mahrem ve açıktan ilişkiler tesis etmelidir.  

Muhammed Maruf Devalibi hatıratında yazdığı gibi, bu dönemde darbelerin ve diktatörlerin arkasında hep ABD vardır.  Suriye’de ilk darbeyi gerçekleştiren Hüsnü Zaim ve ardından Edip Şişekli ABD’nin telkin ve ayartmalarıyla darbe yapmıştır. Keza  'Abdulhasir' olarak anılan Abddunnasır da öyle.   Bu darbelerin ardından CIA’den Miles Copeland vardır ve darbecilerin danışmanıdır http://www.odabasham.net/ show.php?sid=5525 .

1953 yılında İran’da Musaddık’a karşı darbeyi de bunlar örgütlemişler ve ayarlamışlardır. CIA ajanı Miles Copeland daha sonra bazı yaşadığı deneyimlerini "Devletler Oyunu” ve benzeri kitaplarında tafsil etmiştir. Muhammed Maruf Devalibi Amerikalıların nasihatlerini dinlemeyince ona bir kulp takarlar. Kızıl Şeyh! Bununla Sovyet yanlısı olduğunu ima etmişlerdir. İslam sosyalizmi kitabından dolayı bu kulpu Mustafa Sıbai’ye taksalar bir derece uyardı.  Devalibi üzerinde ise hepten iğreti durmaktadır!

*

O dönemde Amerikalıların muhaliflerine kalıp suçlaması, ‘kızıl’ lakabıydı.  1962 yılında bazı Suudlu emirler ABD’nin ülkedeki askeri üslerinden rahatsız olur ve bunların kaldırılmasını isterler.  Amerikalılar bu emirler karşısında basmakalıp suçlamalarını sürdürmüş ve onlar hakkında da ‘kızıl emirler’ ifadesini kullanmışlardır.

Elbette bunlar  ideolojik ve basmakalıp suçlamalardır. Bununla birlikte gerçekten de kızıl şeyh tabiri her zaman yersiz ve gerçeklerden kopuk mudur?  Elbette tarihte Karmatiler gibi solun atası sayılan heterodoks eğilimler ve bunları temsil eden şahsiyetler ve bilginler olmuştur. Günümüzde de ideolojik olarak sola yatkın din adamları veya din bilginleri bulunmaktadır. Bir zamanlar Hasan el Benna’nın sayılı arkadaşları arasında olan Hasan Bakuri bunlardan biridir.

Saray uleması da denebilirse de sol saraya kapılandığından dolayı hakkında kızıl şeyh tabiri sadet dışı sayılamaz. 'Kızıl şeyh' tabiri Hindistan alt kıtasında da sola yatkın din bilginleri için kullanılan yaygın bir yakıştırmadır.  1971 yılına kadar Doğu Pakistan olarak anılan Bangladeş’in önemli simalarından olan Mevlana Abdulhamid Han Bhashani, kızıl şeyh olarak ünlenen simalardan birisidir. Cemaat-i İslami yargılamalarıyla birlikte ismi bugünlerde yeniden dolaşıma girmiştir.  Bu bölgede din adamları hoca anlamında ‘ mevlana’ tabiriyle anılmaktadır.  Mevlana Abdulhamid Han Bhashani, Çin yanlısı veya da 'Maocu' din adamları kategorisindedir. Erken dönemlerde Bangladeş’in Pakistan’dan ayrılmasını savunmuş ve Çin ile yakın ilişikler tesis edilmesinin gereğine inanmış ve buna çağırmıştır.  Bangladeş tarihinde öncü isimlerden birisi olmuş ve ülkenin tarihinin akışını etkilemiştir. Türkiye’de bir kısmı oportünist olsa da kızıl hoca veya şeyh olarak anılmaya değer isim ve simalar yok mu?  

Turan Dursun ismi belki kızılı yakalasa da şeyhliği ve hocalığı aşmış olmalıdır! Mustafa Akyol’un yazdığı veya teorize etmeye çalıştığı gibi dindarlar hızlı kapitalistleşirken anti kapitalist Müslümanlar diye de karşı bir kutup da türedi! Maya tutturmaya çalışıyor!  İfrat karşısında tefrit. Galiba bu taifede Türkiye’nin yeni kızıl şeyhleri olmaya namzet. Bunlara, Ahmet Hakan ve Yaşar Nuri Öztürk ve hatta Zekeriya Beyaz da sos olarak ilave edilebilir.