Mevlana Celaleddin Rumi’nin önemli bir Müslüman şahsiyet olduğunda hiçbir tereddüt yok. Büyük bir entelektüel ve İslam mirasının önemli simalarından biri; hem genel tefekkür ve irfan, hem de tasavvuf geleneğimiz bakımından dönüm noktası sayılabilecek büyük şahsiyet. Mevlana’yı sadece İslam irfan mirasının büyük zenginliği olarak görmek mümkün. Afganistan, Tacikistan, İran ve Türkiye arasında onu temellük etme konusunda ortaya çıkmış bulunan ihtilafın İslam noktai nazarından herhangi bir kıymet-i harbiyesi yoktur.

Hatırlanacağı üzere  2007 yılı Mevlana yılı  kabul edilmişti. Medyaya pek yansımasa da, kutlamaların patronajlığı  kimin elinde olacak, sorusu etrafında bazı sorunlar yaşandı. Başlangıçta İran ile Türkiye arasında çıkan ihtilafa daha sonra Tacikler de katıldı. Problemin sebebi ise, her üç ülkenin de Mevlana’yı kendine ait görmesiydi. Tacikler Mevlana’yı, “Mevlana Celaleddin Rumi” değil de “Mevlana Celaleddin Belhi” diye anarlar; çünkü onun Rumla (Doğu Roma), yani Anadolu’yla bir ilgisinin olmadığını düşünürler. Bu tür tarihsel şahsiyetlerin modern zamanlarda ulus kurma çabasında olan iktidarlar ve devletler için önemi büyüktür; çünkü ulusları devletler kurar, bir devlet ortaya çıkar ve bu devlet iktidar seçkinlerinin elinde teşekkül eder, sonrada onlar bir ulus inşa ederler. Bu inşa sürecinde herkes kendine tarihten bir takım referanslar, figürler arar. Mussolini, zaferi kazanıp da iktidar aygıtını tümüyle geçirdikten sonra şöyle demişti: “Devleti ele geçirdik, şimdi bir ulus kurma zamanıdır.”

Sovyet etkisinden çıkan Ortaasya cumhuriyetleri geç kalmış bir uluslaşma süreci yaşıyorlar. Mesela Özbekler için Timur son derece önemli bir şahsiyettir; Özbekistan’ın her yerinde heykelleri ve resimleri vardır. Bugün var olan veya uluslaşma sürecine son 100 veya 50 sene içerisinde katılmış olan uluslar, kendilerine uluslararası küresel piyasada sunacakları bir meta ararlar ve bu amaçla da tarihe dönerler. Fakat genellikle uluslar tarihin suiistimalini ve tahrifini yaparak bunu gerçekleştirdikleri için bir takım tarihsel figürleri veya tarihsel mirası da yeni bir tanımsal çerçevenin içine oturturlar. Bu bizim için de geçerli. Diyoruz ki Mevlana bize ait; fakat İranlılar da buna itiraz ediyor ve bize aittir diyorlar. İranlılara göre, Mevlana’nın Türkiye’yle ilgisi sadece Anadolu’da ömrünün önemli bir kısmını geçirmiş olması ve orda vefat etmiş olmasıdır. Mevlana’yı tarihte ölümsüz kılan yazdığı eserlerdir,  eserlerini Farsça yazmıştır, Türkçe söylediği tek mısralık bir şiiri dahi yoktur. Tabii bu bizim hoşumuza gitmiyor ve karşı bir söylemin imkanlarını araştırmaya başlıyoruz:

Mevlana bizde yetişmiştir.
Anadolu Müslümanlığının figürlerinden ve sembollerinden bir tanesidir.
Mevlana, insancıl bir düşünür (hümanist) ve entelektüeldir.
“Arap veya İran radikalizmi”ne karış bizim Müslümanlığımızın –“Anadolu Müslümanlığı”) temsilcilerinden biridir.

Özetle biz de Mevlana’yı bu “ulusal çerçeve”de piyasaya sürüyoruz. Bu durumda, Mevlana adeta parçalanmış bir şahsiyet olarak karşımıza çıkıyor. Ancak yakinen biliyoruz ki, Mevlana’yı bu dil ve ulusal çerçevede ele almanın Mevlana’nın kendisiyle-tarihsel sahici şahsiyetiyle ilgilisi yoktur, bu farklı bir durumdur. Modern dünya, özellikle küreselleşme süreciyle birlikte, her şeyi alıyor, onun tarihsel, hakiki ve sahici muhtevasını, içini boşaltıyor. Dahası onu gösteriye ve folklorik bir öğeye dönüştürüp bir şovdan ibaret kılıyor.   

Geçen Ramazanların birinde bir iftar için Conrad Oteline gittik. Otelden içeri girer girmez bir kız ile bir erkek semazenin sema gösterisiyle karşılaştık; otele gelen misafirleri lobide sema gösterisi yaparak karşılıyorlar. Sonradan öğrendiğime göre bu türden karşılamalar son yıllarda beş yıldızlı otellerde hayli yaygınlık kazanmış, gelen turistler bu şekilde karşılanmaktaymış.

Bunun Mevlana veya Mevlevilikle ne ilgisi var? Bu önemli bir sorudur.

İlkin, Mevlana veya Mevleviler –İslam dininin ibadetler ve zikir usulleri bakımından eleştiriye açık yanları mahfuz kalması  kaydıyla- varoluşun ahengine katılmak üzere samimi ve içten niyet ve duygularla semah gösterisi yaparlar. Kendi dergahlarında Mevlevilerin yaptığı semah sahicidir ve o tarikatın kendine özgü bir zikir çeşididir. Tabii tam da bu noktada şunun altını çizmekte fayda var, semah bir ibadet değildir, ibadet yerine ikame edilemez; çünkü ibadeti bizim dinimizde sadece ve sadece Peygamber Efendimiz tarif eder, onun tarifi dışındaki hiçbir şey ibadet olmaz. Semah tarikatın bir zikridir, seremoniktir.

İkincisi, Mevlana anma törenlerinde yapılan sema gösterileri kuru kuruya, şov mahiyetinde yapılmaktadır. Beş yıldızlı otellerin lobilerinde misafirleri karşılamak üzere yapılan, turistik ve folklorik semah gösterileri vardır. Bunlar içi boşaltılmış, herhangi sahici bir anlamı olmayan tamamen gösteri amaçlı yapılan şovlardır.