Güney Kıbrıs'ta geçen ay yapılan başkanlık seçimlerini bir önceki Başkan Tasos Papadopulos'a nazaran çözüme daha yakın duran, Komünist Parti lideri Dimitris Hristofiyas'ın kazanmasıyla, Kıbrıs'ın birleşmesi umudunun yeniden yeşerdiği muhakkak.

Nitekim KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet A. Talat ve Hristofiyas, seçimin üzerinden bir ay dahi geçmeden, 21 Mart'ta biraraya geldiler ve kapsamlı çözüm için görüşmeleri başlatma kararı aldılar. Üstelik bölünmüşlüğün simgelerinden biri olan Lokmacı Kapısı'nın en kısa zamanda açılması üzerinde de mutabık kaldılar. Kapının açılmasına yönelik ilk adım olarak mayınların temizlenmesine de dün başlandı (Sabah, 26 Mart).

Talat-Hristofiyas buluşmasından bir hafta önce, 13-14 Mart günlerinde, Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Kıbrıs Politikalar Merkezi'nin düzenlediği bir panel dolayısıyla Kıbrıs'a gittiğimi yazmıştım. İki yıl aradan sonra ziyaret fırsatını bulduğum KKTC izlenimlerimi okurlarımla paylaşmak istiyorum. Ziyaret sırasında KKTC'nin en büyük ve yegane kamu üniversitesi olan DAÜ'nün yeni rektörü Prof. Dr. Tahir Çelik ile tanışmak fırsatını buldum. Sayın Çelik, DAÜ'nün geldiği nokta hakkında ilginç bilgiler verdi. Fiili nüfusu 285 bin kişi dolayında olan KKTC'deki üniversitelerde toplam 42 bin dolayında öğrenci okuyor. Yani KKTC gerçek anlamda bir "eğitim adası". DAÜ'nün 15 bin öğrencisinin yaklaşık % 65'i Türkiye'den, % 10'u 65 değişik yabancı ülkeden geliyor. Suriye'nin iki özel üniversitesiyle yapılan anlaşma uyarınca, söz konusu üniversitelerin öğrencileri son iki yılı DAÜ'de okuyacak. DAÜ'nün "globalleşmesi", bana KKTC'nin uluslararası tecridi kırma yolunda ilerlemesinin bir işareti olarak göründü.

Tabii ki Kıbrıslı meslektaşlarımla Kıbrıs'ın geleceğini konuşmak imkanını da buldum. KKTC'ye iki yıl önce gittiğimde edindiğim izlenim bu defa daha da güçlendi: Kıbrıslı Türkler, adanın birleşmesini ve AB'ye kapak atmayı elbette istiyorlar. Ama bu birleşme siyasi eşitliğe sahip iki bölge ve iki toplumlu bir yeni devlet şeklinde olmalı. Beni Gazi Magosa'dan Ercan'a götüren taksinin öz Kıbrıslı Türk şoförü açık söyledi: "Kapılar açık olsun, isteyen gidip gelsin, ama artık birarada yaşamak asla olmaz..." 2003'te kapıların açılmasından bu yana iki taraf arasındaki geçişlerin giderek azalmasının da işaret ettiği üzere, Kıbrıs'ta Türkler ve Rumların birarada yaşamak istemedikleri muhakkak. Bunu dikkate almayan bir çözüm, çözüm olamaz.

Talat-Hristofiyas görüşmelerinde Talat'ın başlama pozisyonu, Annan Planı'nın temel alınması ve planda öngörüldüğü üzere yeni bir Kıbrıs devletinin kurulması. Hıristofiyas'ın pozisyonu ise, görüşmelerin Talat ile eski başkan Tasos Papadopulos'un 8 Temmuz 2006'da BM özel temsilcisi İbrahim Gambari'nin aracılığıyla buluştuklarında varılan mutabakat temelinde yürütülmesi ve 1960'da kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti'nin yaşatılması. Başlangıç noktalarındaki fark nedeniyle, görüşmelerin nereye varabileceğini kestirmek hayli güç.

İhtiyatlı bir iyimserlik içinde bulduğum dostum, DAÜ Kıbrıs Politikalar Merkezi direktörü Doç. Dr. Ahmet Sözen'e göre, görüşmelere yeniden başlama kararı, Kıbrıs için gelecek senaryolarının olasılık sıralamasını değiştirmiş değil: 1) Mevcut yapılanmanın değişmemesi ve uluslararası toplumun tecride tedricen son vermesiyle KKTC'nin Tayvanlaşması. 2) İki taraf arasında işbirliğinin sürmesi, ama statükonun değişmemesi. 3) Görüşmeler sonunda ya ortak bir federal devletin kurulması ya da Çekoslovakya usulü "dostane boşanma"ya karar verilmesi. 4) Yugoslavya usulü, çatışmayla boşanma.

Sözen'e göre kapsamlı çözüme ilerleyebilmek için önce geçici bir çözüm olmalı. O da şu: Türkiye'nin gümrük birliğini Kıbrıs Cumhuriyeti'ni de kapsayacak şekilde genişletmesi ve dolayısıyla limanlarını Rum gemilerine açması karşılığında, AB'nin Kıbrıslı Türklere karşı ahlaki, siyasi ve hukuki yükümlülüklerini yerine getirerek, AB müktesebatını Kuzey Kıbrıs'a yayması.

 
Kaynak: Zaman