ERGENEKON kavgaları, ekonomik kriz, politik çekişmeler; bunaltıyor insanı. TV'lerde gördüğümüz Ehl-i Beyt, Kerbela ve Muharrem ritüellerini hep bir iç huzuruyla izlerim.
Bugün merhum Bedri Noyan Dedebaba'nın yedi ciltlik "Bütün Yönleriyle Bektaşilik ve Alevilik" kitabında işaretlediğim nefeslerden, ilahilerden, hikmetlerden 'bir tatlı huzur' almak ihtiyacını hissettim.
Merhum Noyan, kitabının "Aşk ve Enel Aşk" bölümüne Fuzuli'nin meşhur beytiyle başlıyor:
Aşk imiş her ne var âlemde
İlm bir kıyl ü kaal imiş ancak
Yani ilim, 'o dedi, bu dedi' şeklinde sıkıcı lakırdılarmış.
Kavramları tarihsel bağlamında değerlendirmek gerekir. Fuzuli'nin kastettiği, medresenin kılı kırk yaran, içinden çıkılmaz dehlizlere dönüşmüş 'fıkıh ilmi'dir.
Muhyiddin Arabi, Mevlana, Yunus, Hacı Bektaş Veli gibi Fuzuli de ruhun iç aydınlığını "aşk"ta bulmuştu.
Onlar çevrelerine sıkıntı, itişip kakışma, kavga değil, huzur ve sevgi saçtılar. Bedri Noyan'ın bir 'nefes'i de şöyle:
Bedri Noyan Dedebaba'm bu ne hal
Ağzından süzülen şeker ile bal
Sendeki sevdayı cümlemize sal
Gönlümüzden coşkun akan sel güzel

Kerbela'nın manası
Kerbela'da Ehl-i Beyt, yani Hz. Peygamber'in ev halkı, torunları, Yezid'in korkunç zulmüne maruz kalmıştı.
Hiç şüphesiz tarihte çok daha büyük, çok daha gaddar zulümler olmuştur. O halde niye Kerbela ve Ehl-i Beyt hâlâ kalplerde canlıdır?
Çünkü İslam dünyası "zulüm" kavramını Yezit'te, "mazlum" kavramını Hz. Ali ve Kerbela şehitlerinde somutlaştırdı.
Her mazlumiyet duygusu, her adalet arayışı Ali'de ve Hüseyin'de ifadesini buldu.
Istırap duygusuyla mutluluk özlemi iç içe...
Muhyiddin Arabi ve Mevlana gibi tasavvufun büyük isimleri bu duygu ve değerleri felsefi düzeyde ifade ettiler, eserleştirdiler. Yunus ve Hacı Bektaş Veli gibi mürşitler aynı duygu ve değerleri halk diliyle ifade ettiler, eserleştirdiler.
Bedri Noyan Dedebaba'nın kitaplarında anlattığı evliyalar, mutasavvıflar, nefes ve şiirler, tekke ve dergâhlar böyle gelişti; "Anadolu'nun iç aydınlığı" böyle kökleşti.

İç aydınlığı
Tarihte medrese düzen ve hukuku temsil etti, devletle bütünleşti. Duraklama dönemine kadar evrensel hukuk ilmine büyük katkılarda da bulundu. Devlet ve hukukla özdeşleşen medresenin İslam anlayışı da ister istemez düzeni, disiplini, ihlallere karşı cezayı öne çıkardı. Günah listelerini uzattı...
İster Alevi ve Bektaşi ister Sünni olsun tasavvuf ise zulme karşı adalet anlayışından yola çıktı; merhameti, hoşgörüyü, sevgiyi öne çıkardı. Fıkıh kitapları korkutucu cehennem tasvirleri yaparken, Muhyiddin Arabi ve Yunus gibi mürşitler "Nurun da hoş, nârın da hoş" idrakiyle anlattılar. Allah'ın sıfatlarından "rahman ve rahim"in tecellisini bütün canlılarda, bütün evrende gördüler, gösterdiler.
Hayatın gaileleri, siyasetin fırtınaları içinde bazen şöyle bir "iç aydınlığı"mıza dalmamız, ruhumuzu dinlendirmemiz gerekmiyor mu?
"İç aydınlığı"mızı görmek, hele de hissetmek, farklılıklarımızı sevecenlikle görmemizi de sağlar.
Bir gözümüz dünyayı, maddeyi görsün ve kapanmasın... Öbür gözümüz bu "iç aydınlığı"mızı görsün ve kapanmasın.
Birbirimize kalbimizi açalım. Herkesin inancı kendisi için doğrudur, inançlar saygıya layıktır.


Kaynak: Milliyet