Bazı insanların hayatımızdaki değerini, geçen yıllar içinde arkalarında bıraktıkları boşlukta yankılanan kendi sesimiz bize anlatır. Bir sebeple yarıda kesilen sohbetteki yeri doldurulamaz insanlardır onlar. Günün birinde telefonun öteki yakasındaki ses susmuştur ve siz bunu kolay kolay kabullenemezsiniz. Geçmişteki söyleşiler, sohbetler canlanır gözlerinizde ve cevapsız kalan sorularınıza zihninizde kesik kesik uçuşan cümleler arasında bir karşılık bulmayı umarsınız.

       Ercüment Özkan vefatının ardından geçen yıllar içinde benim hayatımda işte bu şekilde var olmaya devam etti.

       Kim sizin için gerekli sözü yerinde ve zamanında eğip bükmeden söyleyebilir... Ercüment Özkan, bütün müslümanların kelime haznesindeki yaygın olarak kullanılan terimleri alarak, Ali Şeriati’nin de yapmaya çalıştığı gibi, “sakin ninniler elektrik akımlarına dönüşene kadar” yeniden yorumluyordu.* Kelimeler ve Kavramlar’ın yazarında, aşağı yukarı İktibas dergisi okumaya başladığım dönemlerde tanıdığım Şeriatı’yi hatırlatan bir kararlılık ve tutku vardı, kelimeler ve kavramların hakikatlerine sadakat konusunda...

       Sadece okuyucusu olduğum bir dava adamı-yazar değil, beni yazı hayatımda yüreklendiren bir dosttu Ercüment Özkan. Yazılarıma, kitaplarıma kuşku yansıtan bir sessizlikle bakmaz, değerlendirmelerde bulunur, eleştiriler yöneltir, sohbetlerimiz sırasında ufkumu genişleten bir pencere daha açardı bana. 80’li yılların sonlarına doğru bir yıl kadar ikâmet ettiğim başkenti bana ısındıran, onun ve eşi Mukadder Hanım’ın dostluğu olmuştu.

       Ercüment Bey’in sesi o denli gür çıkıyorsa, bunda Mukadder Hanım’ın yol arkadaşlığının da büyük payı vardı. Onların evliliği uzun bir sohbet gibiydi zaten. Aynı dili konuşuyor, aynı gayeye inanıyorlardı. Zor dönemleri birlikte aşmayı başarmışlardı. Mukadder Hanım Ercüment Bey’in hapiste bulunduğu yıllarda ne kadar yalnız bırakıldığını anlatmıştı bir defasında.

       Başında her zaman bir tehditin ağırlığıyla gezinen ince ruhlu görkemli bir adamdı Ercüment Özkan. Kimseye müdanası olmadığı, hurafelerden, yalandan ve riyadan nefret ettiği için de hak bildiği sözleri sarfetmekten bir an olsun geri durmadı. Akletmenin değerini vurgulasa da her zaman, kalp gözünün varlığına inanırdı; yani bazı çevrelerde yorumlanmak istendiği gibi, öyle “kuru” bir adam değildi. İslamcılığı bir dönem etkilemiş olan kültür ve sanat düşmanlığından uzak durmasını sağlayan oturmuş bir dünya görüşüne sahipti. Kültüre verdiği önemdir ki onu hayatımız üzerinde belirleyici olan kelimelerin ve kavramların üzerindeki cahili algılamaların ve zihinsel tembelliğin sonucunda biriken tozları silkemeye götürüyordu. Dinimize kadınlar bağlamında karıştırılan hurafelerin altını çizer, kadınları, onları hayatın geri planına düşürten bir algılayışla fitne fesat sebepleri olarak gösteren kabulleri eleştirirdi.

       Sinemayla öteden beri ilgiliydi ve her halde lise yıllarında ülkede gösterimi yapılan Hollywood filmlerinin çoğunu seyretmişti. “TRT’de yayınlanan filmleri izlerken aktardığı bilgilere dayanarak söylüyorum bunu”, diyor Ayşe, msn sohbetimiz sırasında. Başka bilgiler de veriyor: Araba sürerken Rodrigez’in gitar konçertosunu dinlerdi. Gipsy Kings grubunu çok beğenir, benzeri müziklere yakınlığına karşılık, türküyü bütün türlere öncelerdi. En sevdiği türkü ise “Huma Kuşu”ydu.

       13 yaşındayken Ayşe’nin Kemal Tahir’in Körduman’ını okuduğunu görür ve “Yanlış zaman, yazarın yanlış kitabı” der. Kemal Tahir okumak için hiç olmazsa 15 -20 yaşlarında olmalıdır kişi, bunu ifade eder. Devlet Ana veya Yol Ayrımı ile başlamalıdır ayrıca.

       Ayşe romanı okumayı bırakır ve Kemal Tahir kitaplarına liseyi bitirdiğinde döner.

       Babasının onu resim yapmaya yönlendirmesinin de etkisiyledir ki Ayşe çini sanatı alanında ilerledi ve geçen sene Nisan ayında Ankara’da, beğeniyle karşılanan ilk kişisel sergisini açtı.

       Yemek yapmayı da severmiş rahmetli Ercüment Bey. Minik kavanozlara elma sirkesi kurarmış. (Ben kendisinden evde hurma yetiştirmeye çalıştığını da duymuştum.) İki buçuk yıl süren hapis hayatında öğrendiği ve hapisten çıktıktan sonra da yapmayı sürdürdüğü etsiz güvecin adı, “mapusane yemeği” olarak geçermiş evde.

       Sofra sanatıyla bu kadar ilgili bir kültür adamına Ankara günlerinden birinde evimde ellerim birbirine dolanarak yemek hazırlamaya çalışıyordum. Benden beklediği bir tür İran kebabı pişirmemdi ve ben daha önce hiç pişirmediğim bu kebabı Ercüment Bey’e ikram edebilecek düzeye getirebilmek için nihayet sokağın öte yakasında oturan İranlı bir arkadaşımdan yardım istemiştim. 

       Biz Ercüment Bey’le asıl 1984’te Şehzadebaşı’nda, cadde  ortasında tanıştık. Galiba o dönemde İktibas dergisini birlikte çıkarttığı gençlerle caddede yürüyordu. Bense Beyazıt Kütüphanesi’ne gitmeye çalışıyordum ki elden ele dolaşan İktibas dergisinin özü sözü bir sahibi, baş yazarı Ercüment Özkan Bey’le karşılaştık. Yeni Devir’deki yazılarımdan söz etti, destek veren bir üslupla.

       Tevazusu, içtenliği ve hizmet aşkıyla her zaman örnek aldığım bir kişi oldu Ercüment Abi sonraki yıllarda da, kimi görüşlerine katılmasam bile. (Bu katılmadığım görüşlerinden biri Mevlana ve Mesnevi’ye dönük değerlendirmeleriydi rahmetlinin). 

       Sonraki yıllarda Ankara’ya pek yolum düşmedi, ama sık sık telefonla arardım. Ben onu nerede bulunursam bulunayım arardım, Bakü’den, İstanbul’dan... (Vefat haberini aldığımda Bakü’deydim.) İktibas dergisinin sayıları zaten elimin altında olurdu. Ercüment Bey Ayşe ile dost olmamızı çok istermiş, bunu Ayşe bazen söyler. Kendisine mizaç olarak en çok benzediğini düşündüğüm kızı olan Ayşe ile uzun zaman görüşemedik. Yıllar sonra Fatihte, Asitane Kültür Merkezi’nde düzenlenen bir hat sergisinde karşılaştık. Onu gördüğümde Ercüment Bey’in yokluğu üzerine yeniden düşündüm.  Gidişiyle oluşturduğu boşluk ilk günkü kadar belirirgin. Bu boşluğu geçen sene Ankara’ya gittiğimde bir kez daha hissettim.

       Yıllar geçiyor, unutulmuyor Ercüment Bey; fikirleri, eleştirileri yenilenen bir içerikle gündeme geliyor.  Cennetin sohbet yeri olduğuna inanırdı ya... Bulunduğu yerde sürükleyici bir sohbetin içinde olduğunu hayal edebiliyorum. 


       *Ali Rahnema, Ali Şeriati-Bir İslami Ütopyacının Siyasi Biyografisi, Tercüme: Zehra Savan, Kapı Yayınları, 2006, .