Geçtiğimiz günlerde basında ilginç bir haber yer aldı. Tanınmış zenginlerden biri, oğlu kendinden izinsiz deniz motoru aldı diye, balyozla motorunu parçalattı. Kimilerince övgüyle karşılandı bu davranışı. Aile hiyerarşisi veya daha farklı açılardan bakılarak değerlendirmeler yapılabilir. Yapılan her değerlendirme bakıldığı zaviyeye göre netice verir. Ancak olay münferit görünse de benzer tonlarıyla ve basına yansımadan varlıklı sınıf içinde yaşanmaktadır.
Olayın vahim yanı, kapitalist bakış açısının sahiplenme duygusundaki azmanlaşmasıdır. Bir başka insanın, yıllık geçim kaynağı olabilecek varlığı, otoriteyi göstermek için yok etmek, hangi duygularla ortaya çıkıyor? Bu soru, her insanın mal ile kurduğu ilişkide üzerinde düşüneceği öneme haizdir.
Parasını yırtıp suya atan adamı hemen tutuklarlar. Bu olayın ondan ne farkı var. Kapitalist anlayışla zenginliğe bakışı, Müslüman insanlar için negatif örneklik açısından kayda değer görsellikle ortaya çıkmış oldu.
İnsanın maddi gücüne yaslanarak kendini tanrı görmesi, zevk için bir emeği, varlığı yok etmesi, toplumun durumunu düşünmemesi, kapitalist sistemde sorulası soru olmayabilir. Buradaki vurgu "bennn"dir. Alabildiğine derin... Benim çalışmam, benim farkım ve sonunda yok etme, zevk için nimeti tedavülden kaldırma hakkı...
Kuran pek çok ayette ikazda bulunur. Zenginliğin insanın kişisel özellikleriyle doğrudan bağlantılı olmadığını, bahşedilmiş,imtihan için doğru kullanım için verildiğini beyan eder. Hayata baktığımızda da bunun örneklerine sıkça rastlarız. Zengin insanlardan daha çok çalıştığı halde, düşük gelir seviyesinde insanlar görürüz. Hesabı - kitabı, hatta okuması yazması olmayan varlıklı insanlar mevcuttur. Hayatın akışı içinde her statüde mümin için sabır ve şükürdür aslolan. Zengin mümine zekat ve elinin genişliğince tasadduk şükrü fiille ifade zarureti getirir.
Ne kadar zengin olursa olsun mümin, bütün varlığını helal kazanmış olsun, zevk için, otoritesini göstermek için nimetini küçümseyemez. Böyle davrandığında varlığın Sahib'ine başkaldırmış olur. Kendini her şeyden müstağni görür. Diğer yandan nimetin küçümsenmesi ve onun içinde toplumun payının unutulması söz konusudur. İslam'da mülk Allah'ındır. İnsan ancak vekil olarak, emanet edilen üzerinde, asıl Sahib'in gösterdiği, izin verdiği doğrultuda işlem yapabilir. Zenginliğin mahiyetini anlatan ayetlerde, hangi duygu içinde nasıl kullanılacağını da açıklamıştır.
Kimi varlıklı müminlerin de, böylesine yoz olmasa da, varlığına yaslanarak konuştuğuna şahit olmaktayız. Kapitalistle aynı psikolojiyi paylaşmak tehlikeli bir durum olsa gerek. Dindar işadamlarına ait bir kuruluşun iftar davetiyesinde kurum isminin altında "Hakedilmiş zenginlik" ifadesi yazılıydı. Böylesine kesin yargı rahatsız edici geldi. Yaşadığımız dünya, yer aldığımız coğrafya, bulunduğumuz ülke şartları içinde bu yargıya varmak öyle kolay mı? Üstelik insanın / kurumun, kendi hakkında, böylesine bir niteleme yapması estetik açıdan mahsurlu değil mi? Buradan da anlaşılıyor ki, kazanma biçimi ve harca sorumluluğundan ahret damgasıyla olumlanmış bir durum mevzubahis.
Oysa dünyada yarım olmayan ne var!
Hangi ibadetle mümin Rabb'inin huzuruna tamlık iddiası güdebilir?
Oruç ayında düşünmek daha kolay.
Namaz mümin oluşumuzun hatırlanışına ayna; oruç bizi onaran usta; zekat malı yıkayan, farklı kılan, sekülerlikten uzaklaştıran, fakirin mülkteki ortaklığını ortaya koyan vecibe.
Kefenin cebi yok; olsa ne yazar...