Tek parti döneminin Konya'sı...Ezanların susturulduğu dönemler. Devrim adına devrim  yobazlıklarının yorgun Anadolu insanını adeta canından bezdirdiği dönemler... Konya'ya çeşitli bahanelerle sürgün getirilen Kürt aileler. Konyadaki Osmanlı döneminde yetişmiş alim şahsiyetlerin toplumdan uzaklaştırıldığı, sindirildiği, İslam'ın her türlü toplumsal yansımasınına set çekildiği, bu muhafazakar Anadolu şehrinin adeta manevi mimarı sayılan isimlerin resmi aşağılanmaya  maruz kalmalarına rağmen,  Anadolu'nun başka köşesinden sürülüp getirilen Kürt ailelere nasıl sahip çıktıklarını Ali Ulvi Kurucu'nun anılarında okuduğumda çok etkilenmiştim. Görünüşte biri etnik diğeri dini aşağılanmaya maruz kalan iki farklı Anadolu insan tipini bir birine bağlayan ruhu hissetmiştim, Kurucu'nun coşkulu anlatımında.

Son okuduğum örnek daha sade ve kısa bir Anadolu öyküsü. Ama çok daha çarpıcı, sarsıcı... Bu ülkede nasıl olup da Türk-Kürt çatışması olmasa bile gerginliği çıkarmayı başardıklarını hayret ve dehşet içinde düşündüren bir yaşanmışlık. Balıkesir'de doğudan gelenlerle yerliler arasında çıkan olayların kışkırttığı tehlike, diğer tarafta sınırda 15 Anadolu çocuğunun kanının aktığı can pazarı.

1950'lerin başlarında Balkanlardan sökün etmeye başlayan göç dalgası. Bunların yerleşimi ekonomik ve sosyal olarak başlı başına sorun. Kahta'da genç bir kaymakamın anlattıkları hiç de alışık olduğumuz türden "aydınlanma" öyküsü değil. Hepimizi derinden düşündüren, batılaşma fantezileri uğruna neleri yitirdiğimiz gösteren gerçek Anadolu fotoğrafı:

"Kahtadaki köy muhtarlarını toplayarak köylerinin kaç muhacir aileyi barındırabileceğini sormuştuk. Elde ettiğimiz bilgilere göre de, Kahta'da kaç muhacir aileyi barındırabileceğimizi vilayete tekeffül etmiştik. Halk çok alaka göstermiş, herkesin ne varlığı varsa belli miktar yardım vaadinde bulunmuştu. Hiç unutmuyorum köylerin birinden yaşlı bir nine gelmiş, elinde tuttuğu çıkını göstererek 'Elimde sadece bu var' diyerek çıkınını önümüze koymuştu. Çıkının içinde muhacirlere yardım olarak  getirdiği bir miktar tuz vardı." (Bir Ömrün Hikayesi, Sabahattin Zaim; sy.190).

Evet Kahta gibi Türkçeyi bile anlamayan bir yerde Müslüman bir Kürt ninenin Balkanlardan gelen Türk muhacir kardeşleri için gösterdiği bu tavrı neyle açıklayabilirsiniz?

Bugüne kadar okuduğumuz "Cumhuriyet aydınları"nın Anadolu maceralarında  bu tür örneklere her nasılsa karşılaşmadık. Anadolu'yu aydınlatmaya giden Cumhuriyet aydınları hakir gördüğü bu insanları modernleştirmeye, medenileştirmeye çalışırken elinden bu değerleri çekip aldıklarını bugün fark edebiliyoruz. Köy romanlarından, anılara kadar batıcı aydın tipinin misyoner tavrının görmediği, hatta aşağıladığı, mücadele ettiği şey aslında çıkınında bit tutam tuz getiren Kahtalı ninedeki ruhtu.

Benzer aydınlanmacı misyonerliği Kürtler adına Kürt milliyetçileri yapıyor bugün. Kürtleri ya PKK ya da DTP gibi bu cografyanın dininden, kültüründen, geleneğinden kopuk batıcı siyasiler temsil etmeye kalışıyor.

Ali Ulvi Kurucu'nun ailesinin Konya'daki tavrıyla Kahtalı ninenin fedakarlığında ortaya çıkan ruhu kaybettiren aydınlanmacı, modernist, seküler projenin bu topluma faturasıdır son yaşadıklarımız.