Geçmişte kimi zaman fantastik veya aristokratik fetvalar verilmiştir. Elbette bunların da bir yeri ve zamanı vardır. Hepten batıl değildir.  Sözgelimi, 1970’li yıllarda güya İslam’ın kadına nasıl bir mualla mevkii verdiğini ispatlamak için kadının kendi çocuğunu emzirmesine bile mecbur olmadığı ve onun dini bir vazifesi olmadığı söylenmiştir. Lakin bu fetvanın dayanağı ve mahiyeti izah edilmediğinden dolayı fetva am olarak kabul edilmiştir. Halbuki, mesele mutlaktır ve takyit altına alınmalıdır.  Kadının çocuğunu emzirmesinin doğrudan ve teklifi dini bir görev olmadığı bedihi ve açıktır. Zira fıtri veya vucudi bir görevidir. Bu itibarla, başka bir mertebede farizadır ve görevdir. Sözgelimi, nesil emniyeti babından külliyat-ı hamse kapsamına girer. Ontolojik bir görevdir ki, bunun menatı veya dayanağı toplumun adet ve gelenekleridir. Bundan dolayı usul-u fıkıhçılar ‘el adetu muhakkemetün’ demişlerdir. Yani sarih bir nasla çatışmadıktan sonra adet ve gelenek nas hükmündedir. Bu itibarla, Arabistan’da İslam öncesinde ve sonrasında kadınlar zi’r tabir edilen sütannelere teslim edilmişlerdi. Günün şart ve kurallarına göre Peygamberimizin de süt annesi Halime olmuştur. O dönemlerde bu Arabistan Yarımadasının muhkem gelenekleri arasındadır ve Peygamberimiz de bu geleneğe uygun olarak sün anneye tevdi edilmiştir. Lakin bu Arabistan adetlerine göredir. Dünyanın öbür bölge ve ülkelerinde ise benzeri adetlere rastlanmamakta veya yaygın bulunmamaktadır. Dolayısıyla Arabistan’da gücü yetenler ve aristokrat aileler çocuklarını sütanneye vermişlerdir. Bunda yadırganacak bir husus yoktur. Lakin ‘kadın kendi çocuğunu emzirmez onu sün annesi emzirir’ diye genel geçer bir kural yoktur ve getirmek de doğru değildir ve diğer coğrafyalardaki yerleşik adet ve geleneklere de terstir.

*

‘Küfrün dune küfrün’ denildiği gibi ‘farzun dune farzin’ mertebeleri de vardır. Farziyetin kategorik mertebeleri ve seviyeleri vardır. Haramın, küfrün mertebeleri olduğu gibi farzın da mertebeleri vardır. Bu bağlamda, fakihler kazai hüküm ile dini hükmü birbirinden ayırmışlardır. Kazaen caizun veya diyaneten caizun demişlerdir ve bu iki makamı birbirinden tefrik etmişlerdir. Demek ki yargı kategorisi ile din kategorisi bazen birbirinden ayrılmaktadır. Bu Gazali’nin fıkhı dünyevi ilimlerden saymasına benzer. Bazen diyaneten caiz olmayan kazaen caiz olabilir ve tersi de geçerlidir. Çocuk emzire de aynı şekilde ontolojik veya vucudi veya fıtri mertebe ve seviyedeki görevler arasındadır.  Dolayısıyla bu hususta mesele açık olduğundan dolayı şer’i açıdan vurgu ve teyit lüzumu hasıl olmamıştır. Emzirme nesli koruma babından kadının ontolojik görevleri arasındadır. Keza edile-i şer’iyyeden olan adet-i muhkeme olması gereği de zaten farz olan hükümlerden birisidir. Binaenaleyh emzirmenin diyanet düzleminde veya kategorisinde farz olmaması başka kategoride onun farziyetine engel değildir. Bu hususta diyaneten süt emzirmenin adem-i farziyetini söyleyenler haklı olmakla birlikte bu hususu eksik söylemişlerdir. Vucudi mertebede ve adet hükmü gereği kadının çocuğunu emzirmesi farzlardandır. Bunun benzerlerinden birisi de erkeğin çalışması meselesidir. Dinen erkeğin çalışması farz mıdır? Belki doğrudan dinen bir atıf olmamakla birlikte hadis diliyle ‘erkek için ailesini zayi etmesi kendisine günah olarak yeter’ denmiştir. Demek ki erkek, evladu iyaline bakmak için çalışacak kadın da ev işlerinde eşine yardımcı olacak ve çocuklarını da emzirecektir, yemeğini de yapacaktır.

*

Ali Bulaç bu meseleye benzer başka bir meseleye temas etmiş ve Karadavi’nin hadis ilmindeki yeriyle alakalı olarak bir kitap yazan Dr. Muhammed Ekrem Nedvi’nin kadının yemek pişirmesinin erkeğe bir lutfu olduğunu söylemesini şer’i açıdan analiz etmiştir. Aslında yemek pişirme kadının erkeğe bir lutfu değil tevzi-i a’mal yani iş bölümü prensipleri arasındadır. Yani içtimai anlamda bir farizadır. Erkek bu hakkından istiğna ederse o ayrı bir meseledir.  Aslında kadına bu ayrıcalıklı lutfu yapan Nedvi’nin bizzat kendisidir. Ali Bulaç bu hususta şunları yazıyor :

”Geçenlerde SP İstanbul İl Kadın Kolları'nın davetlisi olarak Türkiye'ye gelen Oxford Üniversitesi Öğretim Üyesi, Dr. Muhammed Ekrem Nedvi, 'Kadın yemek pişirme işini erkeğine lütfettiği için yapar' demiş ve eklemiş: "İslam hukukuna göre kadın yemek pişirmek zorunda değildir.  Erkek de kadın gibi yemek pişirmeli. Kadın da erkek gibi okuyacak, ilim öğrenecek!"

Modern(ist) fakihler arasında hayli yaygın olan bu görüşün modern dünyaya bakan yüzü, İslamiyet'teki aile düzenini Batılı kadın-erkek ilişkisine göre yorumlamayı; geçmişe bakan yüzü yerel/yöresel bir Arap geleneğini İslam'ın amir, genel ve ebedi bir hükmüymüş gibi empoze etmeyi hedefliyor. Fetvanın mantığı fıkıh kitaplarına geçmiş yerel ve yöresel bir geleneğin günümüz modern telakkisine dayanak teşkil etmesine dayanır. Burada "örf ve gelenek" söz konusu olduğuna göre, fetvaya da buradan bakmak lazım. Kur'an, kadınlarla "Ma'ruf üzere geçinme"yi emreder. (4/Nisa, 19) “ Ali Bulaç maruf bağlamında da eşlerin birbirlerinin ihtiyaçlarına cevap vermesinin lüzumuna atıfta bulunur. Bunlar teklifi kurallar değil bedihi ve içtimai kurallardır (Zaman, 10 Mayıs 2010, Pazartesi)…”

Ali Bulaç sözlerini şöyle bağlamış : ”Bizim örfümüzde çocuğa anne bakar, onu emzirir -Allah, çocuğun rızkını annesinin göğsünde halketmiştir-, bakımını üstlenir, bu arada evin işlerini de yürütür. Buna mukabil erkek kadının geçiminden, güvenlik ve sağlığından sorumlu olur. Bu hak ve vecibeler örfün esasını teşkil eder; yazılı kanunlar hükmünde geçerli olan teamüller ve uygulamalardır. Arap yarımadasının daracık bir bölgesindeki bir geleneği İslam'ın amir ve herkese tatbik edilecek bir hükmü değildir….”

Gerçekten de bu hususlarda çokça iltibas var. Kadın hakkı falan derken sonunda kadını farkına varmadan erkeğe ve ortamına yabancılaştırdık ve kabından çıkararak feminen hale getirdik. Erkek dişi birbirinin cüzü ve parçası iken onları atomize ederek bağımsızlaştırdık.  Böylece birbiri olmadan yaşayamayacak insan varlığının iki şıkkını ve çiftini birbirinden ayırdık. Böylece hayatı parçaladık. Bunu da dini kılığa ve kılıfa sokuyor ve büründürüyoruz. Herhalde bundan daha büyük cürüm olamaz.