Bir daha anlaşıldı ki, kadın bedeni üzerinden siyaset yapan güçler, başörtüsünü inançlarından dolayı takan insanlar değil, bilakis “başörtüsü karşıtlığında yeminli kesimler”dir.

Bunların anti başörtüsü tutumları, izahı güç tenâkuzları da kaçınılmaz kılar. Bunun en bariz örneğini bugünlerde yaşıyoruz. Bunlar, başörtüsü yasağının sürmesinin sorumlusu olarak Ak Parti’yi gösterme gayretine soyunmuşlar. Neymiş efendim, Ak Parti, mecliste gerekli çoğunluğa sahip olduğu hâlde, “başörtüsü yasağını” bilerek ve isteyerek çözmemiş!

Sebebi de basitmiş; güya bu sorunu çözmemekle kitleleri uyutup; “Bakın, biz çözmeye uğraşıyoruz, ama çözdürtmüyorlar. Bunu çözmenin yolu cumhurbaşkanlığı makamını ele geçirmekten geçer. O zaman bizi 367 milletvekiliyle perlamantoya taşıyın” diye başörtüsü meselesini siyasi emellerine âlet ediyorlarmış..

Yasakçılar, birer özgürlük kahramanı edasıyla Ak Parti’yi başörtüsüne hürriyet kazandırmadığı için sigaya çekiyorlar! Oyunu bu partiye verecek olan mağdurları, yasağı kaldırmadığı için cezalandırmaya dâvet ediyorlar. Sanıyorlar ki, bu manipülasyon girişiminin faydası olacak! Ama başörtüsü mağdurlarının bu konuda ne kadar bilinçlendiğinin farkında bile değiller.

Mağdurlar, gerçek sorumluları çok iyi biliyor. Mugalata yaparak suret-i hakdan gözükenlere inanma devri çoktan geçti. Son seçimlerin sonucu bunun kanıtı değil mi?

Bir defasında, ülkemizi yurt dışında temsil eden bir büyükelçiyle tartışmak zorunda kalmıştım. Büyükelçi, “Başörtülüler, başı açık olanlara kapanmak için baskı uygulamasalar bu sorun rahatlıkla çözülecek” iddiasında bulunmuştu. Ona göre sorunun çözülememesinin temel kaynağı bağnaz ve dayatmacı başörtülülerdi.

Ben de kendisini insafa davet etmiş, indi kuruntularla toplumun geniş kesimlerinde olmayan endişeleri varmış gibi göstermenin bilimsel olmadığını anlatmıştım.

Küçük bir azınlığı çıkarsak halkımız arasında genel olarak böyle bir sorunun olmadığını da söylemiştim. Başı açık kız ile başı kapalı annenin ya da tersi, başörtülü ve başörtüsüz kız kardeşlerin, akrabaların, arkadaşların toplumda beraber ve barış içinde yaşadıklarını ve bunun da toplumu bölen bir soruna dönüşmediğine, Türkiye’de yaşayan insanların hergün tanıklık ettiklerini de eklemiştim. Onların sorun diye gündeme getirdikleri endişeleri, toplum kendi içinde çoktan çözmüş bulunmaktadır.

Yasaklardan yana azınlığın toplum diye gösterilmesine karşı çıkmış, bu kesimlerin ikna olma gibi niyetlerinin de olmadığını dillendirmiştim. Mağdur ve mazlumları “yasak”çılığın gerekçesi olarak sunmak ancak bize özgü bir akıl tutulmasının ürünü olsa gerek!

Yurt dışında Türkiye sözkonusu olduğunda, en sık karşılaştığım soru, “Kahır ekseriyeti Müslüman olan bir toplumda dinî bir emir olan tesettür, nasıl olur da yasak olur?” sorusudur.

Ben de cevaben; “Çünkü, ülkemde, kadın bedeni devlet ideolojisinin yazılı olduğu bir alan olarak algılanıyor” diyorum. Zira devlet, çağdaşlığın alâmet-i fârikası olarak tesettürsüzlüğü olmazsa olmaz görüyor. Buna direnenleri ise bireysel inanç tercihlerini kullanan özgür bireyler olarak değil, resmi ideolojiye direnen militanlar olarak tasnif ediyor.

Bu da; “Türkiye siyasetinde kadın bedeni neden bir çatışma nesnesine, politik bir elimine aracına dönüşüyor?”, sorusuna cevap vermektedir. Yasakçıların çağdaşlık anlayışında “kadının özgürlüğü” fetişize edildiğinden, bu özgürlüğün aksi istikamette kullanılabileceği, bunların çağdaşlık şablonunda kendisine bir yer bulamıyor.

Bizler, kadın bedeni üzerinde ayrıştırılmaya kurgulanan bir toplumun nesneleri olarak ele alınıyoruz. Toplum hem bunu görüyor hem de, “kalsın, istemem” deme olgunluğunu gösteriyor. Sorun, bunu görmek istemeyen ve toplumu siyasi emelleri için manipüle etmek isteyen yasakçılarda.

Prensipleri olmayan, toplum mühendisliği uğruna dün dedikleini bugün yutan, bugün iddia ettiklerinin yarın arkasında durmayacak bir “rüzgâr gülü” gürûhuyla karşı karşıyayız. Ne karşıdakini anlamak istiyorlar, ne de ortak müştereklerde buluşmak. Bu, içinden geçtiğimiz çok tehlikeli küresel ve bölgesel siyasi ve askerî kırılmalara ve milli birliğin zedelenmesine rağmen böyle.

Seçimler sonrası “cumhurbaşkanlığı seçimi” TBMM’nin önüne geldiğinde, bu mesele çok daha sert zeminde tartışılacağa benziyor. Bu sorun üzerinden siyasi linç girişimlerine şâhit olacağız. E-muhtıra zaten orta yerde duruyor.

Tekrar olacak ama biz yine de yineleyelim: Bu sorunu çözmek, en azından gerilimi düşürmek, iddia edildiği gibi başörtülü insanların elinde değil. Zira başörtüsü toplumun yüzde 90’nının kabulüne mazhar dini ve kültürel bir pratik. Toplum, yasakçıların yasak gerekçelerine inanmıyor zaten.

Evet, sıkmasına çok sıktı, ama, bu alan gerilim çıkarmak için çok münbit. Hazırlıklı olmak gerek.