Yunanistan’ın siyasal sistemi, derin ekonomik gerilemeyle geçen altı yılın sonunda yüzde 25 azalmış milli geliri ve yüzde 27’ye tırmanmış işsizlik oranıyla büyük bir değişime hazırlanıyor. Bütün araştırmalara göre yapılacak seçimlerde önde giden radikal sol Syriza Partisi, 25 Ocak’ta bilmeyi umduğumuzSyriza’nın göreli veya mutlak bir çoğunluğa sahip olup olmayacağına ilişkin büyük sürprizleri yok sayarsak, seçim yasası gereğince 59 milletvekilliği bonusunu da alarak seçimi kazanacak. Bu partinin iktidara gelmesi, Avrupa’nın bütünü için daha büyük yansımalarıyla birlikte ülkenin siyasal gündeminde önemli bir kırılmaya neden olacak.
Albaylar Cuntasının devrildiği 1974’ten bu güne kadar, Yunanistan’da iktidara iki parti alternatif oldu. Andreas Papandreou tarafından kurulan vebugün ömrünü doldurmak üzere olanradikal sol Pasok’un Avrupa sosyal demokrasisine evirildiği bir süreçte Paris’ten dönerek, sağdan liberal merkeze kadar olan alanı dolduran Konstantin Karamanlis’in Yeni Demokrasi Partisi. Bu iki parti,ekonomik krizintsunamisi ülkeyi sarsana kadar Yunanistan’daki demokratik kurumların konsolidasyonuna katkı sağladılar ve dikkate değer ölçüde yüksek bir yaşam standardına katkı sağladı. Öte yandan Yunanistan’ın1981’de Avrupa Topluluğu’na (AET) bağlanmasının ilk basamağını oluşturduğu Avrupa Birliği’ne (AB) aktif katılımına ve 2001’de Euro Bölgesi’ne girişine ön ayak oldular.
Pasta büyümeye devam ederken vatandaşlar kendi paylarının da aynı oranda arttığını görüyor ve bu durumu neredeyse bir yazgı gibikabulleniyorlardı. Buiki parti tarafından iktidar sisteminin hoşnutsuzluk nedeni olan yönleri yani medyanın büyük bölümünü oluşturan ekonomik oligarşinin patronajı,rantıveçoğunlukla AB fonlarını kullananpek çok yolsuzluk dile getirildi.
Euro’ya adaptasyon sonrasında Yunanistan ilk defa ucuz krediye kolay erişim sağladı. Ve ulusal ekonomik üretim kapasitesine denk olmayan bir yaşam standardını sürdürmeye imkan sağlayacak ölçüde büyük miktarlarda borçlandı. Bu durum, politikacılara da iktidarlarını sürdürme olanağı verdi. Fakat balon patladığında, 2007-2008 döneminde olduğu gibi, bu sadece borçlananların mı yoksa sorumluluğun paydaşı olan kredi sağlayıcılarının da mı hatası diye sorulmaya başlandı.Ancak bu soru açık nedenlere bağlı olarak Alman dostlarımız tarafından nadiren sorulmuştur.
2009’da Yunanistan piyasalara erişimini kaybettiğinde, Avrupalı partnerlerinden yardım talebinde bulunmaya mecbur kaldı. Uzun tereddütlerden sonra,ülkenin iç uygulamalarını denetlemek üzer sert koşullarıempoze eden meşhur “troyka”yla yanıt verdiler. Yunanistan’ın bütçe açığınındört yılda gayri safi milli hasılanın yaklaşık yüzde 13’ü oranında azalması göz doldurucuydu.Genel kapsamda olmasa da, kamu yönetiminde büyük değişiklikleri de içerençok sayıda yapısal reform gerçekleştirildi.
Fakat bu düzenlemelerin ekonomik, sosyal ve siyasi maliyeti Avrupa Komisyonu ve IMF’nin öngördüğünden çok daha yüksekti. Yunan siyasi sınıfının büyük bir bölümünün etkisizliği, Avrupa yönetimin tutarsızlıklarıve ekonomikortodoksinin başpapazlarının köktenciliğiyle örtüşmekten öte bir görüntü vermiyordu. Tüm bunlarkontrolsüzuluslararası finans piyasaları zemininde gerçekleşiyordu.
Bugün Yunan toplumu öfke ve endişe arasında salınıyor. Yunanlıların çoğu önceki sistemin başarısız olduğunu ve artık Avrupalı partnerlerinin desteğiyle yeni bir şey oluşturmak gerektiğini kabul ediyorlar. Fakat bazıları günah keçisi aramaktan ibaret olan kolay çözüme ayak uydurmuş olsa da sadece dış otoriteyle değil. Yunanistan Avrupa’daki en uç örnek, Euro zincirindeki en zayıf halka. Fakat yine de bu sorunlarla mücadele konusunda yalnız değil.
Syriza, Yunanistan’da yürürlükte olan politikaların yanı sıra daha genel bir açıdan da ülkenin idari sistemine ciddi eleştiriler getirdi. Soldan radikal sola çeşitli grup ve fraksiyonlardan bir koalisyon oluşturarak bir kitle partisine (hala sistem karşıtı) dönüşmeyi başardı. Bununla birlikte Syriza önceki düzenin en kötü temsilcilerini ve 1989’dan beri çoktan geride kalmış olmasını arzuladığımız geçmişin görüşlerini içinde barındıran çok sesli bir birlik olarak kalmaya devam ediyor.
Syriza lideri AleksisÇipras’ınbu evrimdeki rolü belirleyiciydi. Ulusal sınırlardan çıktı tutarlı bir söylem edindi ve parti içinde bir disiplin formu (her zaman başarılı olmasa da) oluşturmaya çalıştı. Avrupa’nın,bugüne kadarsürenve elbetteÇipras’ın kendisinin de bir ürünü olduğu(ki bu konuda yalnız olmadığını görmek için Fransa dahil olmak üzere diğer Avrupa ülkelerinde olup bitenlere bakmak yeterli) krizi yönetme (daha ziyade kötü yönetme) tarzıyla ilgili olarak büyük bir değişimin katalizörü olarak rol üstlenmek isteyebilir.
Syriza’nın krizden en fazla etkilenen yani hayatta kalma mücadelesi veren kesimlere yönelik acil sosyal politika önlemleri alınması yönündeki vurgusu tamamen meşru. Diğer taraftan ekonomik oligarşi ve pek çok yerleşik çıkar ilişkisiyle mücadeleye girerek vergi kaçakçılığına yönelik önlemler vaadi de olumlu. Her ne kadar bu hedefe nasıl varılacağını bekleyip görmek gerekiyor olsa da (çünkü geçmişte de benzer vaatlerde bulunulmuştu). Syriza’nın güçlü bir biçimde savunduğu devletçi model ve bazı taslakları hukuk devleti açısından endişe verici bir yaklaşıma sahip olduğu görünümü veriyor.
Syriza’nın acilen paraya ihtiyacı olacak ve bulması kolay olmadığı gibi nereden bulabileceği de belli değil. Devletin kasası boş, Yunan bankaları likidite sıkıntısı çekiyor ve vergisini veren Yunanlılar artık bunu yapamaz durumdalar. Uluslararası piyasalar kapalı kalmaya devam ediyor ve Avrupalı partnerlerinin daha fazla kredi vermeye ve Yunan borcunda yeni bir indirime gitmeye karar vermeleri için Syriza tarafında güçlü bir biçimde ikna edilmeleri (uzlaşı sağlanması) gerekecek.
Yunanistan’ın derin bir kriz gerçeğiyle karşı karşıya bulunduğu bir süreçte hiç iktidar tecrübesi olmayan bir partinin seçim vaatlerine adaptasyonun, büyük bir kazaya yol açmadan, göreli olarak hızlı olacağını umalım. Syriza’nın Avrupalı partnerlerinin desteğine ve sabrına ihtiyacı olacağı muhakkak. Öte yandan Avrupa’nın krizden önce ve kriz sürecinde neyin yanlış gittiği konusunda ciddi bir biçimde düşünme zamanının geldiği de açık.

Kaynak: Le Monde