İsrailliler, Filistinlilerle barış yapmayı diliyorlar; yani öyle diyorlar. Velâkin bir kısmı İsrail'in varlığını reddeden ve hiçbir tarafın zor kararlar alabilecek yeterince güçlü liderinin olmadığı bölünmüş bir halk ikilemiyle karşı karşıyalar.
İsrail'in ikilemi, ana-baba katili çocuğu hatırlatıyor bize. Hani şu hâkimin karşısına çıktığında yetim olduğu için affedilmeyi isteyen çocuk.
İki önemli noktayı gündeme getirmektedir bu. İlki, eğer Filistinliler arasındaki bölünme ve güçlü liderlerinin olmayışı – ki İsraile göre barış sürecinin aksama nedenidir – ile İsrailliler arasındaki bölünme ve mevcut liderliğinin durumu arasında kıyas yapılmaya kalkışılsaydı kimin sorumlu tutulacağı hakkında münakaşaya yer bile olmayacaktı. Hiç değilse Filistin liderliği, tüm zorluklara ve çıkmazlara rağmen, geçmişteki antlaşmalarda verdiği taahhütlerin çoğunu yerine getirdi. Buna kıyasla İsrailliler, Filistinlilerin onurunu asla umursamadan inatçılıklarını muhafaza ettiler. Yerleşim yerlerini genişletme çalışmaları durdurulmadı yahut da yasadışı yerleşim yerleri kaldırılmadı; tam aksine genişletmeye ve yenilerini dikmeye devam ettiler; gayri insani kontrol noktalarını kaldırmadılar ve mahkûmları serbest bırakmak için ciddi hiçbir faaliyete girmediler.
Gazze'nin Hamas'a ait olmasına şaşmalı. Doğrusu, mevcut İsrail politikaları sürdüğü takdirde daha da güçlenecektir; Batı Şeria'nın da Hamas toprakları olmasını önleyecek tek şey bir mûcize olabilir herhalde.
İkincisi, Filistinliler bölünmüş durumdalar ve lider yokluğu çekiyorlar ancak bölünmedikleri, Hamas toprakları diye bir şeyin olmadığı ve Filistinlilerin sembolü, onları temsil eden ve onlar adına otoriter bir şekilde konuşan karizmatik Filistinli bir liderin olduğu zamanlar da oldu. Anlaşmaya razı ve istekliydi. Ya peki İsrailliler ne yaptı o zamanlar? Kuvvetten düşürdüler, kuşattılar ve nihayet, kimilerine göre, onu ortadan kaldırdılar. İsrailliler, böl ve yönet diyen eski sömürgeci zihniyetin izinden gitiler; ve fakat geri tepti.
Haması doğuran İsrail politikaları, 2006 yazında efsânevi İsrail askeri makinesini başarıyla karşılayan kendinden emin bir askeri müesseseyi, yani Hizbullah ikilemini yaratanla aynıdırlar. Hizbullah askeri kabiliyetini Suriye ve İran yardımıyla iyileştiriyor diye İsrailliler çirkin bir şekilde çığılık atıyorlar. İsrail'in askeri kabiliyetlerini iyileştirmesi kabul edilebilir bir şeydir fakat aynısını Hizbullahın yapması pek büyük bir günahtır. Bu bir çifte standart değildir de nedir? İsrail ve Hizbullah, birbiriyle yüzleşen iki askeri varlıktır; askeri durumlarını iyileştirmek adına eşit haklara sahiptirler. Benzer şeylere ihtiyaçları vardır ve benzer yollarla karşılanacaklardır.
Suriye'nin buradaki yeri nedir? Olduğu yerde kıpırdamadan durarak İsrail'in rüzgarda sürüklenişini izliyor. İsrail'in ikilemleri Suriye'nin işine yaramaktadır zira bu ikilemler – Suriye'nin Hamas ve Hizbullah'la özel ilişkisinin çarpan etkisiyle – Arap-İsrail çatışmasında Suriye'ye hani neredeyse veto gücüne sahip ana aktör rolünü bahşetmekte ve Golan'ın paket içinde yerini sağlama alarak bir kenara bırakılmasının ve süresiz olarak dondurulmasının önüne geçmektedir.
İsraillileri anlaması güç! Bu ikilemlerin doğmasını kendileri sağladılar; önem ve başarı kazanmaları için taşları onlar döşediler. Şimdi ise bunları kuşatması ve dizginlemesi çin Suriye'ye handiyse yalvarıyorlar. İsraillileri ve Amerikalıları anlaması güç! Suriye'yi tecrit etmek ve ikincil bir konuma itmek için ellerinden geleni yaptılar ve İran'la yakın bağlar tesis etmeye zorladılar. Ve şimdi Tahran'la bağlarını koparması için Şam'a bilfiil yalvarıyorlar.
Son yıllarda İsrailliler ve peşi sıra Amerikalılar, Suriye'yi şeytâni bir güç olarak gördüler. Bu hükümden biraz şüphe edilse ve bu şüphenin Suriye lehine kullanılması suretiyle onu ciddi ve yapıcı bir ortak olarak görüp, ciddi bir barış sürecine niçin dâhil etmeyeydiler? Bunun vakti çoktan geldi; hem Amerika'nın demokrasi ve insan hakları adına yürüttüğü haçlı seferi tarihe karışmak üzere yani önemli bir çatışma konusu ortadan kalkmakta şu an. Böyle bir hamle, İsrail'in ikilemlerinin çözümüne şüphesiz olumlu katkı yapacaktır.
Bununla birlikte İsrailliler bu yönde bir irade beyan etmiyorlar. Suriye ile yürütülen son barış görüşmelerinde, iç ve dış çıkmazlarına ve başarısızlıklarına rağmen kendi taleplerini bildirdiler – Hamas, Hizbullah ve İran – ve tekliflerinin çıtasını düşürdüler ki önceki antlaşma ve uzlaşmalardan caymadır bu. Ve tıkama değilse de sürüncemede bırakmadır sanki İsraillilerin zamandan yana böyle bir lüksleri varmış gibi. Hayır yok.
Haziran 1967, İsrail'in cüceler arasında bir dev olduğunu ispatladı. Bununla beraber İsrail'in küstahlığı ve o zaferi kötü yönetimi – Şarm el Şeyh'in, Araplarla sağlanacak bir barıştan daha önemli olduğu asla ilan edilmemeliydi – Araplar arasındaki bölünme ve belirsizliğin de katkısıyla barışa bir şans tanımadı. İsrail, barış adına pek çok fırsat yakaladı. Şayet bu fırsatları değerlendirseydi Hamas'ın, Hizbullah'ın hatta siyasal İslam'ın ortaya çıkması için bir sebep olmayacaktı yahut da hiç değilse ortaya çıkış süreci gecikecekti. Arap-İsrail arasındaki barış havası hâkimken,.nükleer İran bile kraldan daha kralcı olmayacaktı.
Akıp giden zamanla birlikte dev de küçülmeye başladı ve cücelerden bazıları, küçük devler doğurdu; bu küçük devler, nitelik ve nicelik bakımından büyüyorlar ve İsrail'e sık sık uğrayıp görünecekler ve de yakasını bırakmayacaklar. İsrailliler kendi gülyabanilerini yarattılar; onlarla birlikte yaşayacak ya da onlarla birlikte ölecekler.
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın