31Mayıs 2010 tarihinde bir sivil toplum kuruluşu tarafından düzenlenen ve Filistinlilere gıda yardımını amaçlayan etkinlik sonucu açık denizde, orantısız bir saldırı ile maalesef biri ABD vatandaşı Türk kökenli Furkan olmak üzere toplam dokuz insanımız yaşamını kaybetmiştir. Aradan geçen bunca zamana rağmen, İsrail tarafından özür dilenmediği gibi tazminat da ödenmemiştir. Bu noktada önem taşıyan sorun, sorumlulara karşı Türkiye’de dava açılıp açılamayacağı problemidir. Ülkemizde bu konuda İsrailli sorumlulara karşı ceza ve tazminat davası açılıp açılmayacağını tartışmadan önce uluslararası insancıl hukuka bakmakta yarar bulunmaktadır.

ULUSLARARASI İNSANCIL HUKUK (INTERNATIONAL HUMANITARIAN LAW)
Birinci Dünya Savaş’ından sonra ‘Uluslararası İnsancıl Hukuk’ konusunda yapılan uluslararası sözleşmelerin sayısı bir elin parmağını geçmemekte, oysa İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu alanda yapılan sözleşmeler 30’a yaklaşmaktadır.
Esasen 1948 sonrasında sadece bu alanda değil ‘mücavir’ alanlarda da (insan hakları kavramı etrafında da) gelişmeler artmıştır. Avrupa Konseyi’nin çalışmaları (AİHS’nin kabulü gibi) ve BM’in düzenlemeleri (İHEB, İnsan Hakları Komitesi’nin Kuruluşu ve OPCAT) gibi.
Bu gelişmeler dünyada yargı alanında da bir zihinsel değişimi beraberinde getirmiştir. 31 Mayıs 2010 vakası sonrasında İsrailli sorumlulara karşı açılabilecek bir davada emsal olabilecek örnekler şöyle sıralanabilir;

1. Benzer bir dava İsrail tarafından Adolf RICHMENN’e karşı açılmıştır. Adolf RICHMENN, üst düzey bir Nazi subayı olup, II. Dünya Savaşı esnasında Yahudilere karşı soykırım suçu işlediği iddiasıyla aranmak-tayken, kimlik değiştirerek Almanya’dan kaçmış, Arjantin’de yaşamaya başlamış, İsrailli ajanlarca Arjantin’den kaçırılarak İsrail’de yargılanmış ve idama mahkûm edilmiştir. Görüldüğü gibi İsrail, bir başka ülkenin insanına karşı dava açmış, hatta o kişiyi Arjantin’den kaçırmış ve idam etmiştir.

2. Belçika tarafından çıkarılan 1993 tarihli bir yasa ile Rwanda katliamına sebebiyet veren kişiler Belçika’da yargılanmış ve sanıklara 12-20 yıl arası hapis cezaları verilmiştir. Bu olayda Belçika bir Afrika ülkesi olan Rwanda’da işlenen bir insanlık suçu nedeniyle Belçika yargısını yetkili görmüş, sanıkları yargılamış ve 12-20 yıl arası değişen hapis cezaları vermiştir.

3. Belçika yargısı tarafından bir iddia nedeniyle Kongo Dışişleri Bakanı hakkında tutuklama kararı çıkarılmıştır. Hakkında tutuklama kararı çıkarılan Kongo Dışişleri Bakanı, Lahey Uluslararası Adalet Divanı’na (UAAD) başvurarak bu kararı kaldırtabilmiştir.

4. Belçika yargısı tarafından ABD Başkanı George Bush ve bir askeri kişiye karşı insanlık suçları nedeniyle dava açma hazırlıkları yapılmıştır.

5. Filistin kökenli Semiha Hicazi ve arkadaşları tarafından Belçika yargısına Sabra ve Şatilla kamplarındaki soykırım iddiası (1982) ile İsrailli sorumlular Ariel Sharon ve bir askeri kişiye karşı dava açılmıştır. İsrail, bu olaydan dolayı Sharon’un kişisel sorumluluğunu kabul etmiş, BM Sabra ve Şatilla kamplarındaki suçların (1982) soykırım olduğunu benimsemiş ve İsrail’i kınamıştır.
Ancak bütün bu olanlar ABD tarafından hiç de hoş karşılanmamıştır. ABD, Brüksel’deki NATO merkezini Polonya’ya kaydırmakla tehdit etmiştir. Ardından Belçika’daki Yahudiler, Belçika’da bulunan Elmas Borsası’nı bir başka ülkeye nakletmekle Belçika’yı tehdit etmişlerdir. Belçika bu ve benzeri tehditler karşısında oluşabilecek işsizlikten dolayı korkmuş ve ABD ve İsrail’e boyun eğmiştir.
Sonuçta Belçika yargısı, 1993 ila 2003 arasında sürdürdüğü yargısal aktivizmden (evrensel yetki) vazgeçmiş, 1993 yasasındaki ülke dışındaki insanları gıyaben yargılama ve dokunulmazlığı ihmal ederek yargılama ilkelerini yürürlükten kaldırmıştır. Böylece Belçika’nın evrensel yetki ilkesini kullanması, 10 yıl sürmüş ve sonuçta tehditlere dayanamamıştır.

EVRENSEL YETKİ VE TÜRK CEZA YASASININ 13’ÜNCÜ MADDESİ
Türk Ceza Yasası 01.06.2005 tarihinden önce evrensel yetki ile ilgili bir düzenleme içermiyordu. 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren Türk Ceza Yasasının 13. maddesine bakıldığında şunlar söylenebilir;
Türk Ceza Yasasının 13. maddesi, evrensel yetki bağlamında insaniyet suçları, işkence, kötü muamele gibi suçları düzenlemektedir. Türk Ceza Yasasının 13’üncü maddesinin uygulaması geçen beş yıl içerisinde ilk kez görülmektedir. Acaba Türk yargısı bu durumda ne yapmalıdır?
Kanaatimize göre, yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı hazırlık soruşturmasını tamamladıktan sonra, dosyayı Adalet Bakanlığına sunacaktır. Adalet Bakanlığı da aşağıdaki gerekçelerle davanın açılması için talepte bulunabilir;

1. Üç yıldır İsrail tarafından uygulanan ‘Gazze’ye abluka’, hiçbir uluslararası kritere uygun değildir.

2. İsrail’in bu olayda haksız olduğu, suç tarihinden bu güne kadar, bizzat İsrail tarafından ‘Gazze’ye abluka’nın giderek hafifletilmesinden de anlaşılmaktadır. BM ve Avrupa Parlamenterler Meclisi tarafından verilen kınama kararları da İsrail’in haklı olmadığını göstermektedir.

3. Suç mekânı açık denizlerdir. İsrail toprakları veya İsrail karasuları değildir.

4. Bir STK tarafından düzenlenen ve 32 ayrı devletten insan hakları aktivistlerinin bulunduğu geminin rotası, İsrail olmayıp, Mısır üzerinden Gazze’dir.

5. İsrail tarafından, Mavi Marmara’ya karşı uygulanan, 9 kişinin yaşamını kaybettiği olayda, orantısız güç kullanılmıştır. Tazyikli su, biber gazı gibi yöntemler uygulanmamış, orantısız olarak açıkça ölüme neden olunmuştur. Adli Tıp Raporu’na göre kurşunların atılış mesafesi, yeri ve oranı açıkça bir ihlali göstermektedir.

6. İsrail tarafından uygulanan yöntem uluslararası insancıl hukuka da uluslararası hukuka da açıkça aykırıdır.
Türk Ceza Yasası’nın 13. maddesinin verdiği yetki ile tazminat talebinin de birlikte görülebileceği belirtilebilir.
Kuşkusuz ki suçtan mağdur olanlar ceza davasına müdahil olabileceklerdir.

SONUÇ
Kuşkusuz ki ‘barış, tüm hükümlerin efendisi’dir. Önemli olan tüm sorunları diyalog ve barış içerisinde çözmektir; ancak haksızlığa uğrayanların başvuracağı son çare yargıdır. Temel hak ve özgürlüklerin güvencesinin yargı olduğu unutulmamalıdır. Çünkü adalet ilkesi zedelenirse veya toplumsal yaşamdan çekilirse insanların dünyada yaşamasının da anlamı yok demektir.

Prof. Dr. Hasan Tahsin Fendoğlu: Akademisyen

Kaynak: Radikal