Şu anda şiddette yaşanan artış iki İsrailli yerleşimcinin öldürülmesiyle başlamadı, bu çok önceden başlamıştı ve yıllardır devam ediyor. Her gün Filistinliler öldürülüyor, yaralanıyor ve tutuklanıyor. Her gün sömürgecilik ilerliyor, bizim halkımıza Gazze’de yapılan abluka devam ediyor, zulüm sürüyor. Bugün bir çokları bizim yeni şiddet sarmalının sonuçları altında ezilmemizi beklerken, ben 2002’de olduğu gibi temeldeki sorunlarla, Filistin’in özgürlüğünün inkarı, ilgilenmemiz gerektiğini söyleyeceğim.
Bazıları barış anlaşmasının sağlanamamasının nedeni olarak Başkan Yaser Arafat’ın isteksizliğini ya da Başkan Mahmud Abbas’ın yetersizliğini ileri sürdüler, ancak her ikisi de hazırdı ve barış anlaşması yapabilirlerdi. Gerçek sorun İsrail’in barış yerine işgali seçmesi ve müzakereleri kendi sömürge projesini ilerletmek için bir perde olarak kullanmasıdır. Dünya üzerindeki tüm hükümetler bu basit gerçeği biliyorlar ancak bir çoğu geçmişte başarısız olmuş çözümlere geri dönerek özgürlük ve barış sağlanabilirmiş gibi davranıyorlar. Çılgınlık aynı şeyi tekrar ve tekrar yapmak ve farklı sonuçlar beklemektir.
İsrail’in 1967’de işgal ettiği Doğu Kudüs’ü de kapsayan Filistin topraklarından tamamen geri çekilme, bütün sömürgeci politikalarına son verme, Filistinlilerin self determinasyon ve geri dönüş haklarını tanıma, ve tüm Filistinli mahkumları serbest bırakma konusunda açık taahhütü olmadan hiç bir müzakere olamaz. Biz işgalle bir arada var olamayız ve buna teslim olmayacağız.
Bizden sakin olmamız istendi ve biz defalarca barış anlaşmasının sağlanması için şans tanıdık. Belki de dünyaya bizim evlerimizden çıkarılmamızın, zorunlu sürgün ve nakillerimizin ve uğradığımız zulmün 70 yıldır devam ettiğini hatırlatmak faydalı olacaktır. Biz Birleşmiş Milletlerin kuruluşundan beri gündeminde olan tek konuyuz. Bize barışçıl yollara ve diplomatik kanallara başvurarak işgali sona erdirmek için uluslararası toplumun desteğini kazanabileceğimiz söylendi. Ancak 1999’da geçiş sürecinin sonunda olduğu gibi bu uluslararası toplum anlamlı adımlar atma konusunda başarısız oldu, ne uluslararası hukukun uygulanabileceği bir çerçeve çizildi ne de dünyanın bu apartheid rejiminden kurtulması için önemli rol oynayan boykot, tecrit ve yaptırımın da dahil olduğu hesap verme zorunluluğunu garantileyen önlemler yasalaştırıldı.
İsrail işgalini ve dokunulmazlığını sonlandırmak veya en azından koruma sağlamak için uluslararası eylemin yokluğunda, bizden ne yapmamız isteniyor? Kenarda durmamız ve sıradaki Filistinli ailenin yakılmasını, sıradaki Filistinli çocuğun öldürülmesini ya da tutuklanmasını, sıradaki yerleşim yerinin inşa edilmesini beklememiz mi? Tüm dünya biliyor ki Kudüs hem barışa ilham verebilecek hemde savaşı tutuşturabilecek bir ateş. O zaman dünya neden İsrailliler tüm şiddetiyle şehirde, bilhassa Harem-i Şerif olmak üzere Müslümanlar ve Hristiyanlar için kutsal yerlerde Filistin halkına saldırmaya devam ederken hareketsiz kalıyor? İsrail’in eylemleri ve suçları sadece 1967 sınırları dahilinde iki devletli çözüme zarar vererek uluslararası hukuku ihlal etmiyor, onlar çözülebilir bir siyasi çatışmayı zaten şu anda eşi görülmemiş bir karışıklık yaşayan bölgede istikrarı sarsacak, asla bitmeyecek dini bir savaşa dönüştürmekle tehdit ediyorlar.
Dünyadaki hiç bir insan zulümle yaşamayı kabul etmez. Doğasının gereği olarak insanlar özgürlüğü arzular, özgürlük için mücadele eder, özgürlük için fedakarlık yaparlar ve Filistin halkı için özgürlük çok geç kalmıştır. İlk intifada sırasında İsrail hükümeti ‘iradelerini kırmak için kemiklerini kırın’ politikasını başlatmıştır, ancak Filistin halkı yaşan nesiller boyunca iradelerinin kırılmaz olduğunu ve bunun test edilmesine gerek olmadığını kanıtlamışlardır.
Bu yeni Filistin nesli siyasi partilerin ulaşmayı başaramadığı milli beraberliği uzlaşı konuşmalarının oluşturmasını beklemediler, onlar siyasi bölünmelerin ve coğrafi kırılmaların üzerinde yükseldiler. Onlar haklarını korumak için talimatlar beklemediler ve onların görevi bu işgale direnmektir. Bunu silahsız bir şekilde dünyanın en büyük askeri güçlerinden birine karşı koyarak gerçekleştiriyorlar. Biz buna rağmen yine de özgürlük ve haysiyetin galip geleceğine ve bizim başarı elde edeceğimize inanıyoruz. BM’de gururla yükselttiğimiz bayrak bir gün Kudüs’ün eski şehrinin duvarlarında bağımsızlığımızı simgeleyerek dalgalanacaktır.
Ben Filistin’in bağımsızlığı için yürütülen mücadeleye 40 yıl önce katıldım ve ilk defa hapsedildiğimde 15 yaşındaydım. Bu benim uluslararası hukuk ve BM çözümleri doğrultusunda barış için yalvarmamı engellemedi. Ancak işgalci güç İsrail her geçen yıl bu görüşü sistemli olarak tahrip etti. Hayatımın 20 yılını, son 13 yıl da dahil olmak üzere İsrail hapishanelerinde geçerdim ve bu yıllar beni değiştirilmez bir gerçek konusunda daha da emin kıldı: işgalin son günü barışın ilk günü olacak. İkinci seçeneği amaçlayanlar harekete geçmeli, ilkini engellemek için şimdi hareket etmeli.
Kaynak: The Guardian
Dünya Bülteni için tercüme eden: Elif Zaim