İsrail askeri araçları, Gazze'ye giden yolda önüne çıkan her şeyi yakıp yıkabilir. Hava saldırısıyla yetinmezse kara harekâtına da başvurabilir. Ama tüm bu baskılar Gazze'de ve tüm bölgede oluşmaya başlayan yeni denklemi değiştirmeye yetmeyecek. Bastırılmaya çalışılan bu çabalar, birçok Arap ülkesinde iktidar koltuğuna oturmaya başlayan İhvan'ın denizinde artık yalnız olmadıklarını hissetmeye başlayan Filistinlilerin gözünü karartamayacak. İsraillilerde beliren korku ve panik ise hiçbir şekilde ortadan kalkmayacak. Örülen duvarlar veya "Demir Kubbeler", ne Sina'dan güney Lübnan'a uzanan uzun menzilli İran füzelerini, ne de Ürdün'den Tunus'a genişleyen halkın gazabını engellemeye yeterli olacak.
İsrail'in 1973 yılında Arap-İsrail savaşından sonra belirlediği sınırlar artık güvende değil. Ne batıda Mısır'la, ne doğuda Ürdün'le ne de kuzeyde şimdiye kadar en az sorun çıkaran ve sakin bir komşuluk sürdürdüğü Suriye ile güvenli bir sınırı olmayacak. 2006 savaşının sonucunda dengelerin alt üst olmasıyla Hizbullah ile arasındaki sınırı da unutmamak gerek. 2006'da el yapımı geleneksel roketler caydırıcılıklarını ispat etti. O günden sonra Yahudi devleti sadece Batı Şeria'da değil tüm topraklarında güçten düşmeye başladı.
Benyamin Netanyahu ile beraber, savunma ve dışişleri bakanları ocak ayının başında gerçekleşecek olan seçimlerde somut neticeler görmek istiyorlar. Hak ettiklerini düşündükleri başarıya ulaşmak için seçmenlerini sıcak ve çılgın bir atmosfere sürüklüyorlar. Bunu gerçekleştirmek için ise, mesela, İran'ı taciz etmek istediklerinde Gazze'ye yönelik bir saldırı düzenleyebiliyorlar.
Netanyahu ve arkadaşlarının, Filistin'in başvurduğu üyelik aşamasında, "üye değildir" sözünü duymak için BM yoluna mayın döşemeye çalışmaları yeni bir şey değil elbette. Gazze Şeridi'nde meydana gelecek herhangi bir direnişin ortadan kaldırılması ise istenmiyor. Çünkü bu şu an için aşılamayacak bir durum. Ancak İsrailli siyasetçilerin hiç biri, askeri çözümün tek ve başarılı çözüm olduğu konusunda ikna olmuş değil. Bunların başında da 2008'deki operasyonlarda ve şimdiki saldırılarda liderlik yapan Ehud Barak geliyor.
Ehud Barak, "Dökme Kurşun" operasyonunda nelerin gerçekleştiğini iyi biliyor. Aynı şekilde "Bulut Sütunu" operasyonunun ortaya çıkaracaklarının sınırlarını da kestirebiliyor. Filistinli güçlerin operasyonun ilk gününden beri füze saldırılarıyla karşılık verdiğini de görebiliyor. Şu anki savaşın Filistinli güçleri Gazze'de, Lübnan'ın güneyindekilerde olduğu gibi caydırıcı füzeler konusunda cesaretlendireceğini de biliyor. Yani aslında tüm bunlar, eğer Tel Aviv bölgedeki değişikliklere dikkatini vermezse gelecekte Gazze'de gelecekte üçüncü bir operasyonun tohumlarını taşıyor. Barak, aynı şekilde Gazze'deki kanlı felaket çözülürse seçimlerde büyük sürprizlerle karşılaşacağının da farkında. Tıpkı 1996'da Şimon Peres'in Lübnan'daki Kana mülteci kampına yaptığı saldırı ve 2006'da güney Lübnan'da Ehud Olmert'in düzenlediği operasyon sonrasında karşılaştıkları sürprizler gibi. Görünen o ki, kanlı siyasetin içinde hiçbir şey garanti değil.
İsrailli askeri ve siyasi çevreler Ortadoğu'yu kasıp kavuran ''bahar'' hakkındaki endişelerini dile getirmek için sürekli yarışıyorlar. Bölgedeki rejimlerin birer birer çöküşü gözlerinden kaçmıyor. Geç de olsa iktidarlarını kaybedip giden hükümetlerin ortaya çıkardığı boşluğu doldurmak için uğraşan siyasal İslam hareketlerinin yükselişini ise hâlâ takip ediyorlar.
Arap diktatörlerin birçoğu yıkıldı. Diğerleri ise Amerika'nın stratejik ortağı Yahudi devletinin istikrarı ve devamı için kurduğu onlarca alternatifin getireceği şeyleri bekliyor. Yalnız Washington ve Tel Aviv bölgedeki köklü değişimlerin meydana getirdiği değişiklerin farkında. Bu nedenle öncelikle yıllardır Arap halkının batıdan nefret etmesini sağlayan, Filistin halkına karşı zorbalığının ardı arkası gelmeyen ve Filistin'in geri kalanını elde etmek için projelerini gerçekleştirmeye çalışan İsrail'in zulmüne göz yuman stratejilerini yeniden değerlendirmek zorunda.
Bu ve bunun gibi birçok değişim, İsrail'in kurduğu güç kavramını erozyona uğrattı. Ulusal güvenlik kavramı geçerliliğini kaybetti. İsrail'in güvenliği ilk olarak yıllar önce Şah ile olan yakın ilişkisinden sonra İran devrimiyle vuruldu ve İran füzeleri İsrail'in her yanına ulaşabilir olmaya başladı.
İsrail, daha sonra uzunca bir süre bölgedeki iki İslamcı devletle olan katı ilişkisine yaslandı. Ancak "Adalet ve Kalkınma Partisi" lideri Recep Tayyip Erdoğan'ın İsrail'e karşı siyaseti, dengede tuttuğu stratejisini ters yöne çevirdi. Aynı şekilde İhvan'ın Mısır'da iktidarı ele geçirmesi, İsrail ile olan barış anlaşmasını, tamamen yok etmese de temellerini yerle bir etti. Bölge haritasının tümüyle değiştiğini söylemek yerinde olacaktır. Değişimle beraber halkların düşünceleri ve rejimlerin karakteri de kayıtsız kalınamaz bir şekilde şekillenmeye başladı. Tunus'tan Suriye'ye, Lübnan ve hatta son zamanlarda yeni yeni değişimler gösteren ve sonuçlarının stratejik açıdan bölgede çok etkili olacağı Ürdün'e kadar – ve Wadi araba anlaşması da tabii- İsrail üzerinde etkili bir değişim oluşturacak ve bu devletler yeni haritada yerlerini belirleyecek.
Ortadoğu'nun haritası değişiyor. Güç dengeleri bozuluyor. Doğal olarak da oyunun siyasi ve güvenlik kurallarının tümüyle değişmesi gerekiyor. Washington'un geleneksel politikasını İsrail'in zorba ve kaba kuvvete dayanan politikasının arkasına saklaması artık kabul edilebilir değil. Barak Obama gerekli cesarete sahip değildi, İsrailli liderler ise değişimin büyüklüğünü fark edemedi. Ortadoğu Amerika ve Tel Aviv'in çıkarları nedeniyle ortaya çıkan olumsuz sonuçların meydana gelmeyeceği olaylara sahne olacak.
Netanyahu'nun askerlerinin şu an Gazze'de ne yaptığı önemli değil. Önemli olan İsrail'in siyaset ve güvenlik açısından sonuçta ne biçeceği... Arap ve İslam dünyasıyla anlaşmada başarısız olan Obama'nın da ne elde edeceği merak konusu. Eğer rezil duruşuna devam eder ve "İsrail'in kendini savunması en doğal hakkıdır" demeyi sürdürürse bu iki dünyada da nefret duygusu derinleşmeyecek mi?
Başkan Obama detaylı bir imtihanla karşı karşıya. Bu yüzden geri çekilip Mısır'ı öne atması yeterli değil. Netanyahu ve komutanlarını Gazze'ye kara operasyonu düzenlenmemesi konusunda ağırlığını koyup engellemek de yeterli değil... Obama'nın bölgeyi tümüyle tehdit eden düşmanlığı da durdurması gerek. Filistinlileri suçlayıp füze atmalarını engelleme ve kendilerinin de katkıda bulunduğu zulmü görmezden gelme siyaseti artık işe yaramıyor. Ama Washington, İsrail, hatta Hamas ve Kahire bile bu siyasetten uzaklaşmak istemiyor. Ama aslında tüm taraflar olabildiğince uzun sürecek bir ateşkese muhtaç. ABD Devlet Başkanı, yaşanan tüm skandalların ortasında rütbeli generallerle şu an yeni hükümetini kurmakla meşgul. Netanyahu ve koalisyonun ise gelecek seçimlerdeki zaferinden emin olmaktan daha fazlasını istemiyor. Bunun için de daha fazla kuşatılması ve hatta düşmesi için BM'ye Amerika ve Avrupa'ya yönelen otoritelerin yolunu tıkamak istiyor. Aynı şekilde İsrail Batı Şeria ve Gazze arasındaki sürtüşme devam ettiği müddetçe Hamas'ı ve bölgedeki kontrolünü alaşağı etmek de istemiyor. Çünkü Hamas, iki devletli çözüm ve Filistin'in geri kalan sorunlarına son verme konusunda İsrail'in planladığı şeye çok iyi hizmet ediyor.
Kahire'nin kardeşlerine gelince, onlar bu zor sınava atılmak istemiyorlar. Ama Başkan Muhammed Mursi'nin henüz yeni nefes almaya başlayan cemaatinin üzerindeki kötü izlerini silmeden Gazze'deki sorunun oluşturduğu iltihaptan kurtulması ve Gazze'yi terk etmesi mümkün değil. Şu an hiçbir şart Camp David anlaşmasının iptaline izin vermiyor, Mısır ordusu ise savaşa girmeye hiç hazır değil. Ancak şu an anayasal hazırlıklar ve toplumsal sorunlar yüzünden kaynamaya başlayan Mısır sokakları, İsrail'in Gazze'de savaşı devam ettirmesi nedeniyle ihvanın oradaki otoritesini sarsmasıyla hararetini artırmaya başlayacak.
Hamas'ın ne bu kızışmada, ne ilk sahneye geri dönmek için kurmaya çalıştığı meşruiyet çabalarında, ne de İsrail'in Gazze'ye düzenleyeceği kara harekâtında bir çıkarı yok. Füze cephanelerini yeniden tesis etmek için sıfır noktasına geri dönmeye ve silah sistemlerini teşhir etmeye çalışmasına da gerek yok. Çünkü son zamanlarda Sina'da gelişen ve İsrail ve Mısır için yeniden tehdit oluşturmaya başlayan cihad hareketlerinin gölgesi altındayken cephanesini yeniden inşa etmeye gücü yok. Aslında Hamas'ın füzeleri, Tel Aviv ve Kudüs için açık bir mesaj verdi. Bu füzeler Hamas'ın kendine olan özgüvenini ve ateşkese gerek kalmadan diğer güçler üzerinde göstermek istediği etkisini yeterince sundu. Ama bundan sonra otoritesini göstermek için şantaj politikasına devam etmesi beklenemez. Öyleyse herkesin çıkarı için, daha kalıcı bir ateşkes sağlama noktasında yeni bir form oluşturulmalı ve İsrail'in sadece Kahire ve Hamas'ı değil, bölgede rol oynayan tüm aktörleri utandırmak için sunduğu bahaneleri kolaylaştıran etmenlerin yolunun engellenmesi gerek. Bunların başında da vaatlerle dolu yeni hükümetinde Filistin sorununu ortadan kaldırmak için kendisini daha fazla sorumlu bulan Obama hükümeti geliyor.
Bunun yanı sıra, bir tarafta yapılan girişimlerin arkasında tutuşan bir taraftan da Rusya-Çin vetosuyla boğuşmaya artık katlanamayan Suriye için de daha fazla vakit kaybedilmemesi gerek. Çünkü bu ülkeden yükselen yankılar komşu ülkelerin de kaçamayacağı bir felaketin sinyallerini vermeye başladı.
Kaynak: George Seman / El Hayat
Dünya Bülteni için tercüme eden: Tuba Yıldız