Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın geçtiğimiz pazartesi akşamı Türk meslektaşı Ahmet Davutoğlu ile Irak ile Suriye arasında arabuluculuk görüşmelerinde bulunmak için Bağdat ve Şam'ı ziyaret etmesi öncesinde yaptığı telefon görüşmesi, Ankara'nın Suriye-Irak ilişkilerinin istikrarındaki kararlılığı ve çıkarları sebebiyle kendi başına aldığı acil girişime Amerikan desteğinin ifade edilmesinden ibaret değildi.
Bu telefon görüşmesi İran'ın arabuluculuk rolünü oynamasını engelleme ve Tahran'ın birbiriyle çekişen iki ülke içinde -Suriye ve Irak- ve dışındaki nüfuzunu ve konumunu güçlendirmesinden alıkoyması yönünde ABD'nin Türk diplomasisini teşvik etmesi mesabesindeydi.
İran Dışişleri Bakanı Manuçehr Muttaki'nin Davutoğlu'ndan birkaç saat önce Bağdat ve Şam'a gittiği biliniyor. Fakat Muttaki, Türk meslektaşının yaptığı gibi kendisinin özel bir arabulucu olduğu mesajı vermeksizin her iki başkentten ayrıldı ve Irak'a komşu ülkelerin dışişleri bakanları toplantısının yapılması önerisiyle yetindi. Muttaki aslında bu toplantının sadece Suriye veya Irak'ın tereddüdü sebebiyle değil, Türklerin kendilerinin bulduğu ve çok geçmeden varlığının ve rolünün zayıflığını anladıkları bu toplantıya diğer Arap ülkelerinin katılmaktan imtina etmesi sebebiyle gerçekleşmesinin imkânsız olduğunu önceden biliyordu.
İlk andan itibaren İran'ın hareketlenmesi, mütevazı boyuttaydı veya en azından Tahran için iki güvenilir müttefik arasında bir anda patlak veren bu krizin boyutlarını anlama amaçlı bir girişimdi. Türk hareketlenmesi için tam tersine hâlâ krizin gerek ABD olsun gerekse de Iraklıların kendisine başvurma mesajı verdiği Birleşmiş Milletler olsun bölge dışından uluslararası güçlere ve araçlara dayanmaksızın çözülmesi olasılığında ısrar ediyor ve bundan umutlu.
Bağdat'ta olduğu gibi Şam'da da Ahmet Davutoğlu, ortada bir Türkiye-İran diplomatik rekabeti olduğu iddialarını yalanladı ve krizin aynı 'aile' içinde yaşandığına -bazılarının hoşuna gittiği üzere Osmanlıcılık değil, doğal olarak İslam ailesini kastediyor- ve dolayısıyla Müslümanlar dışında krizin birikmesine sebep olmuş başka birilerini çağırmanın hiçbir haklı gerekçesi olmadığına işaret etti. Fakat İran ve Türkiye diplomasileri arasında bir bütünleşmeden bahsetmek mümkün değil. Örnek bağlamında her iki ülke birlikte hareket etme girişiminde bulunmadılar veya en azından Muttaki'nin sunduğu komşu ülkeler çerçevesi ile Ahmet Davutoğlu'nun önerdiği Irak-Suriye ikilisi veya Türkiye'yi de içine alan üçlü çerçeve arasında krize yaklaşım yöntemleri etrafında şekil bakımından ayrıştılar.
Türk tarafının yalanlamasına ve İran'ın temkinli yaklaşımlarına rağmen rekabet bilfiil var. Bu rekabet iki ülkenin çıkarları ve programlarının Amerikan işgalinin çıkardığı Bağdat'taki merkezi hükümetin desteklenmesi noktasında buluştuğu ancak küçük bazı ayrıntılarda farklılık arz ettiği Irak etrafında yaşanmasa da esasında Tahran ve Ankara'nın birbirine tamamen zıt iki yöne çektiği Suriye üzerinde yoğunlaşıyor. Türk etkeninin geçen dönemde başarılı olduğu iddia edilebilir. Türkiye Şam'ı emellerinden ve Lübnan hatıralarından birçoğunu bırakması ve hatta düşman İsrail'le bile müzakere kapılarını açması yönünde ikna edebildi. Bu rekabetin şu günlerde Arap ve İslam dünyasında revaçta olan mezhepçilik bağlamına girdirilmesi mümkün. Gerçi İran'ın Şiiliği ve Türkiye'nin Sünniliği her iki ülkenin tek savaş alanı.
Kaynak: Zaman