Dünya her zamankinden daha büyük güven sorunu yaşıyor. Sınır tanımayan silahlanma, güvenlik adına yapıldığı söylenirken, tehdidin adresi oluyor. Dünya batı merkezli güç algısının etkisinde güvenlik sağlıyorum derken tehlike oluşturuyor.

İnsanın küçüldüğü, sistemlere kurban edildiği dünyada, barışın caydırıcılıkla oluşacağına olan inanç, çarpık zihin yapısının durumunu gösteriyor.

Küresel paylaşımların hız kazandığı, gizli dengelerin silah üzerinden, güç olgusuyla akışını sürdürdüğü postmodern dönem, bulanık algıyı önümüze koyuyor. Bulanık algı, kendiliğinden çözümü de ihtimallere emanet eden köşesizlik üzerine bina ediliyor. Bu algının insan üzerindeki etkisi tedirginlik olarak ortaya çıkıyor.

Silahların sağlayacağı barış, zoraki ve gerilimli suskunluktan ibaret olacaktır. Dayatma ve zorlamaların edilgen konuma ittiği dünya ülkelerinin BM ile ilişkisi nasıl tanımlanabilir?

ABD ile sözgelimi Somali’nin BM kurullarında temsili, söz hakkı ve etkisi aynı mıdır? Öyle değilse dünyanın en büyük çatı kurumunun adalet anlayışı sorgulamayı hak etmez mi?

Sulh ve selametin varlığı, hukukun insan düzeyinde uygulamasını andırır biçimiyle, devletler arası münasebetlerde de kullanılmasından geçer.

İnsanı yitiren dünya, insanla birlikte güvenliği de yitirmiş durumda. Barışın kendiliğinden, asli bir durum olduğunun unutulması, güvenliğin, kilitlerle namlularla korunacağına olan inancı doğurdu. Oysa güvenlik sistemleri, silahlar ne kadar gelişmişse, insan o oranda küçülmüş, hayattan çekilmiştir.

Bu dünyanın ters çalışan güven algısına seslenme ihtiyacı, acil önlemlerin başında geliyor.

İnsanı bulmak, saklandığı yerden çıkarmak ve korkularından arındırmak gerek. Üşümüş, yalnızlık kentlerinde çözülmüş insanı tutup kaldıracak merhamet yüklü dost bir sese ihtiyaç var.

Öyle bir ses ki, tınısı kadife yumuşaklığıyla kulaktan kalbe yönelsin. Güneşin hepimiz için doğduğunu anlatsın. İnsanın sığınağının insan olduğunu, ölümün bile bu bahiste yanlış tanınan bir dost olduğunu söyleyen ve eyleyen kuşatıcı, feth edici sese ihtiyaç var.

Emperyalizm dünyayı dolanıyor. Petrol içmek, enerji yürütmek, ülkeleri sindirip geleceğini teminat altına almak istiyor.

İnsanı merkeze koyan sayha, insanı feth etmeli.

Gidecek yeri olmayana yurt olmalı, ülke olmalı. Ne olacağım korkusuna gökyüzünü yorgan yapan söylemle deva olmalı. Maddenin arkasına saklanan insanı, eşyanın önüne çıkaran, ona yeniden izzetini hatırlatacak yücelmiş sözler gerek.

Korkuyla, endişeyle dönüyor dünya ve ağırlaşıyor gittikçe.

Patlamaya hazır silahlar, barut kokulu yük. Kendini yok etmek isteyen, varlığını keşfedemeyen insan yük. Kirlenmiş zihnini örgütleyen, talancı zorbalar daha büyük yük.

Bir çocuğun ilk gülüşüne muhtaç dünya.

Dünya yağmuru yağdıran hikmeti arıyor, çaresizliğin sınırında.İnsanlığın muştusu çalınmış!

İnsanlığın muştusunu gezdirenler, onun değerinden habersiz, birbiriyle aynı arenanın kavgasına tutuşmuşlar. Elleri birbirinin boğazında. Ellerinde “verilmiş” silahlar. Kıblelerini doğruyorlar birbirlerinin. Gafletin en koyu karanlığını nasıl da seviyorlar. Karanlıkta her biri bir namlu olup dört yana ateş açıyor; muştuyu saklayanlar. Cevheri taş sanıp üzerine oturanlar, dehşetli bir vurdumduymazlıkla zamanı ateşe veriyorlar.

Denizle semanın buluştuğu mevsimi kim tanımlayacak?

Bu alarm zilleri, kameralar, iri kilitler, nöbetçiler ve silahlar muştuyu duymadan ölmeye işarettir.

Hazinenin üzerinde yatıp uyuyanlar, gözleri ışıktan kamaşıp “görme” yeteneğini kaybedenler, dünyanın güven burcuna taşıma sorumluluğu sizde.

Siz / (biz) nerdesiniz!