Daha önce anlatmış mıydım, bilmiyorum... Ama tekrar anlatayım... Bundan 15-20 yıl kadar önce, kolumda "küçük bir sivilce" çıkmıştı... Pek önemsemedim... 
 
 O sivilcenin, "vücuttaki rahatsızlığın dışavurumu" olduğunu anlayamadım... Ne var ki, sivilce günden güne büyümeye başladı ve "çıban"a dönüştü.. Ve tabii, onun büyümesiyle birlikte, dayanılmaz "sızı"lar ve "ağrılar" da başladı... Kolumu kıpırdattığım anda "zonklayan" ağrılara tahammül edemiyordum... O kadar ki, sonunda kolumu "askıya" almak zorunda kaldım!.. Gelin görün ki; "sivilce"nin "çıban"a, "sızı"nın "ağrı"ya dönüştüğü kolum, sonunda bir "davul" gibi şişti!..
Ne "merhem"ler kâr ediyordu, ne de "iğne"ler!.. "Doktor müdahalesi" de fayda etmiyordu... Geceleri "uyuyamaz" olmuştum... En sonunda, eşim; "getir şu kolunu" dedi... Aldı, omuzuna koydu kolumu; sonra öyle bir sıktı ki, bütün "cerahat" ve "kirli kan" boşalıverdi... Epey acı çekmiştim ama rahatlamıştım... Hiç unutmam; haftalardır uyuyamayan ben gece "deliksiz bir uyku" çekmiştim!..
O süreçte şunu anlamıştım:
"Sivilce" deyip geçmemek gerek... Belli ki; o sivilce, bedendeki bir "ateş"in, bir "virüs"ün, bir "iltihap"ın dışavurumudur!.. Onu "yok" sayar ve "merhem" sürmek gibi "pansuman tedbirler" uygularsan, onun "çıban"a dönüşmesini engelleyemezsin!..
Tıpkı, "terör" ve "kaçırılan askerler" konusunun tartışılmasına "sansür" getirerek, "yarayı kangrenleştirmek" gibi!..
..........
Bilirsiniz, "sevdirerek" veya "ikna ederek" değil, "korkutularak" getirilen "yasak"lar, çocukların eğitimini olumsuz etkiler!..
Çünkü çocuk, "korkutulduğu" konulardaki duygu, düşünce ve tavırlarını frenler ve sürekli "bilinçaltı"na atar!..
Buna, psikolojide "bastırılmış duygular" denir... Çocuk; ne zaman ki "korkunun kıskacı"ndan ve "baskı"lardan kurtulur, işte o zaman "yasaklara olan meyli"ni açığa vurur ve hatta "yasakları yaşamaya" başlar!..
Artık, "bastırılmış duygular" dışa vurulmuş ve ortaya "bir başka kimlik" çıkmıştır!..
Tüm bunlardan sonra, demek istediğim şu: "Baskı, dayatma, yasaklama ve sansür"lerle hiçbir yere varılamaz!..
"Yasaklanan" ve "sansürlenen" her düşünce ileride, bir "cerahat" gibi patlar!..

İLK SANSÜR GİRİŞİMİ VE MEDYA
Bunları böylece ifade ettikten sonra, gelelim asıl konuya... Malûm, Van Askeri Mahkemesi tarafından alınan bir kararla, "PKK tarafından kaçırılan 8 asker" ve sonraki gelişmeler konusunda "yayın yasağı" getirildi!..
Gerek "Dağlıca'daki baskının oluş şekli" ve gerek "askerlerin ifadeleri" konusunda haber yapmak ve hatta "eleştiri"de bulunmak bile yasaklandı!..
Bilirsiniz; "yasak" olan her konuya "ilgi" artar!.. Ve ayrıca, her yasak; "iddia"ları ve "dedikodu"ları tırmandırır!.. Yasak olan bir yerde, devreye "fısıltı gazetesi" girer ve olaylar, "bire on" hatta "bire yüz" katılıp, abartılarak dilden dile dolaşmaya başlar!..
Nitekim, "ilk sansür" konusunda pek ilgi göstermeyen kamuoyu, Van Askeri Mahkemesi'nin koyduğu "yasak" üzerine şimdiden sormaya başladı:
"Bu yasak niye?.. Gözlerden bir şeyler gizlemek, dikkatlerden bir şeyler kaçırılmak mı isteniyor?"
Gerçekten de, "hükümet" tarafından uygulanmak istenen ilk sansür girişimi pek etkili olmamış, pek yankı yapmamıştı...
Yapması da beklenemezdi.
Çünkü, "konulması" ile "kaldırılması" bir olmuştu...
Biliyorsunuz;
23 Ekim 2007 tarihinde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek imzasıyla bir genelge yayınlanmış ve "Dağlıca'da meydana gelen terörist saldırılarla ilgili yayınların durdurulması" talep edilmişti!..
"N'ooluyor" demeye kalmamış; bugünlerde "satışın eşiğinde" bulunan Tuncayım Özkanım'ın kanalı Kanaltürk, derhal itiraz etmişti!..
Bir yandan ABD'ye ve AB'ye kafa tutuyor görünüp, "ulusalcılık" ayaklarına yatan, bir yandan da "AB destekli progam" yapan, bugünlerde ise Robert Murdoch ile pazarlık halinde bulunan Kanaltürk, "olamaz" diyordu; "haberleşme özgürlüğüne kelepçe vuramazsınız!"
Uzatmayalım... Tuncayım Özkanım'ın kanalı tarafından yapılan bu itiraz üzerine, Danıştay 13. Dairesi, 25 Ekim 2007'de hem de oybirliği ile "Cemil Çiçek imzalı genelge"nin yürürlüğünü durdurmuştu!..
Danıştay 13. Dairesi'nin kararına Başbakanlık tarafından yapılan "itiraz" da bir işe yaramamış, bu defa da Danıştay İdari Dâvâ Daireleri Kurulu tarafından verilen 2 Kasım 2007 günü bir kararla, "yasağa hayır" denilmişti...
Evet, Danıştay diyordu ki;
"Sınırları belli olmayan konularda yayın durdurma kararı verilemez!"
Olayın enteresan tarafı şuydu:
Özellikle kartel medyası, Danıştay tarafından verilen bu kararı alkışlamış ve olayı "Hükümet'in sansür girişimi Danıştay'dan döndü" başlıklarıyla sunmuş, dahası; "Bu çağda sansür mü olur?.. Ne o, Hitler Almanya'sında mı yaşıyoruz?" şeklinde itirazlar yükselmişti!..

ASKERî MAHKEME'YE ÇIT YOK!
Ya, "Askerî Mahkeme"nin önceki gün verdiği "yasak" kararı?..
Bu yazıyı yazmak için, özellikle bekledim... "Hükümetin sansür girişimi"(!)ne sert tepki gösteren "özgürlükçü"(!) kalemler, "Van Askerî Mahkemesi'nin yasak kararı"nı acaba nasıl karşılayacaklardı?..
Dünkü gazetelere baktım...
Hiçbirinde "tık" yok!..
Bir tek Vatan'dan Can Ataklı bu konuyu yazmış, o da "sansür lehinde" yazmış ve demiş ki;
Askerî mahkemenin kaçırılıp rehin tutulduktan sonra tutanakla teslim edilen 8 askerle ilgili yayın yasağı koymasının öncesi de var.
(...)
"Aldığım bilgiye göre o sırada konulan yayın yasağı talebi Genelkurmay'dan gelmiş ve sadece kaçırılan askerlerle ilgili haberlere uygulanması istenmiş."
(...)
"Sonuçta Askerî mahkeme bir karar aldı ve yayın yasağı getirdi. Aslında ilk güne dönülmüş oldu."
Görüyorsunuz değil mi;
"Genelkurmay'ın talebi"ni yerine getiren Hükümet'in kararına "tu kaka" diyen Ataklı, Askerî Mahkeme'nin verdiği "yasak" kararına "alkış" tutuyor!..
Öyle sanıyorum ki;
"Son sansür" konusunda "gık"ları çıkmayanlar da Can Ataklı'dan pek farklı düşünmüyorlar!..
Böyle olmasaydı;
Tuncayım Özkanım hiç zaman kaybetmez, hemen Danıştay'a itiraz eder ve "yasağın kaldırılmasını" sağlardı!..
Ama ne Kanaltürk'ten "çıt" çıktı, ne "gazeteci örgütleri"nden!..
Hemen herkes, "dut yemiş bülbül"e döndü!.. İşin içine askerin "süngü"sü girince, herkesin süngüsü düştü!.. Ve tabiî, "maske"leri de!..
Bir defa daha gördüm ki;
"Özgürlükçülük" nutuklarının ve "sansür" itirazlarının hepsi, "dipçiğe" kadar!..
Yani, sizin anlayacağınız;
Hükümet "yasak" koydu mu, tu kaka!..
Asker "yasak" koydu mu; alkış, alkış!..
Severim böyle "özgürlükçü"leri!..

BU SORULAR HEP SORULACAK!
Haa, onlar "dut yemiş bülbül"e döndü diye; hiç kimse sesini çıkarmayacak ve herkes susacak ve hiç "soru" sormayacak mı?..
Van Askerî Mahkemesi'nin "yasak" kararı "tutuklanan 8 asker"le sınırlı olduğuna ve "Dağlıca Baskını" ile ilgili "Hükümet'in koymaya çalıştığı yasağı kaldırıldığına" göre; şu sorular sorulmaya ve kafaları kurcalamaya devam edecek:
- "Bu olay nasıl oldu? 200 kişi bir anda sınırdan girdiyse termal kameralar işe yaramadı mı? Nerede bir araya geldiler, bu istihbarat nerede?"
- Üç saat taciz ateşi olduğu halde, neden yardım gelememiştir?
- Gündüz saatlerinde o bölgede bazı hareketler olduğu istihbaratı alındığı halde, neden gece intikalinde ısrar edilmiştir?
- PKK'lıların götürdüğü 8 askerle ilgili tahkikat derinleştirildiğine göre, bunun komuta kademesindeki yansımalarına da bakılması gerekmez mi?
İşin doğrusu, sadece bu "soru"lara tatmin edici cevaplar verilse, "8 askerin tutuklanmasının gerekçeleri"ni sormaya, soruşturmaya hiç gerek kalmaz!..
Çünkü, soru ve sorunların başlangıcı o soruda:
"PKK'lı teröristler 200 kişi ile sınırdan nasıl girdi?.. İstihbarat nerede, radarlar nerede, termal kameralar nerede?"
Bunları sormamak, benim; "sivilce"yi önemsemeyip "çıban"a dönüşmesine yol açmam gibi olur ki, "sıkıp patlatmadan" rahatlamak mümkün değil!..
Ve ayrıca; "bastırılmış duygular" nasıl bir gün gelir "patlama"ya dönüşürse, "yasaklanan yayınlar" da bir gün gelir patlamayla sonuçlanır!..
Uzun lâfın kısası;
"Yasak"larla bir yere varılamaz!.. Yasaklar, "gerçeğin ilerleyişi"ni asla durduramaz!..
------
Özgürlük nereye kadar?
Haber, önceki gün Anadolu Ajansı'ndan geçti... Aynen şöyle: "İsveç'te, kadınların havuza üstsüz olarak girmesi yasak... İsveç Havuz Yönetmeliği'ne göre; erkekler mayo ile kadınlar da mayo veya bikini ile havuza girmek zorunda!.. İki kadının; Malmö ve Lund'da havuza üstsüz girme girişimleri sonuçsuz kaldı!"
Düşünebiliyor musunuz;
Bu yasak, "çağdaş değerleri savunan bir ülke"de uygulanıyor!.. Ağızlarını her açtıklarında "çağdaşlık ve ilericilik" deyip "kadınları çırılçıplak soymaya" yeltenenler, İsveç'teki bu yasağa ne der acaba?..
Bu soruyu, özellikle "radikal" geçinenlere sormak istiyorum... "İnanç" ve bazı "değer"lere sahip çıkmak ve "saldırı"lara göğüs germek isteyen bu gazeteyi "hedef göstermek"le itham edenler, "Allah korkusu"nu tiye alanlara niye bir çift lâf söylemiyor acaba?..
Kendiniz söylemiyor musunuz; "özgürlüğün de bir sınırı var" diye... Ne yani, "Din, Allah, Peygamber"le alay edilecek ve biz tepki göstermeyeceğiz öyle mi?.. Gösterince de "hedef göstermiş" olacağız, öyle mi?.. Tükürürüm böyle mantığın içine!.
Bu kadar özgürlük, İsveç'te bile yok!..  

Kaynak: Vakit