Kürt sorununa bir terör meselesi olarak bakma eğilimimiz son gelişmelerle had safhaya ulaştı.
Zaman zaman geriye dönmekte yarar var.
Daha da önce birkaç kez dile getirdiğimi hatırlıyorum: Müslümanlar Anadolu'ya gelirken, gayrimüslimler önemli ölçüde ayıklanırken ve ayıklandıktan sonra gerek İttihat Terakki'nin, gerek Cumhuriyetin "iki temel proje"si olmuştu.
Bunlardan bir tanesi farklı etnik kökenlerden gelen "Müslümanları Türkleştirme projesi"ydi, ikincisi ise Müslümanlardan bir ulus yaratırken "İslam'ı ehlileştirmek projesi"...
Dönemin koşulları dikkate alınırsa her iki proje de otoriter bir yapıyı, merkezin çevreye, topluma ve kişilere süratle, etkili, dayatmacı bir nüfuzunu kaçınılmaz hale getirmişti.
Gerek Türkleştirme politikaları açısından, gerekse İslam'ı modernleştirme ve ehlileştirme politikaları açısından Türkiye'de "temel dönüştürücü fonksiyon"un Silahlı Kuvvetler kontrolünde bir devlet tarafından yapıldığı bilinir…
Cumhuriyet bu projelerde önemli ölçüde başarılı olmuştur.
Yıllar içinde Kürtler dışındaki Müslümanlar Türkleşmiş, Müslümanların önemli bir kısmı da ehlileşmiştir.
Ancak sistem açısından temel siyasi sorunu hemen her zaman ehlileşmeyen Müslümanlarla, Türkleşmeyen Müslümanlar, yani Kürtler oluşturdular. Hâlâ sorun olmayı sürdürüyorlar, nitekim bugün Türkiye'ye hâkim iki temel çatışma ekseni bulunuyor: Laiklik-dindarlık çatışma ekseni ile Kürt meselesinin üzerine oturduğu çatışma ekseni…
Bugün sistem açısından Kürt sorunu bir "muamma" haline dönüşmüşse, bunun en büyük nedeni "Kürtler açısından Türkleştirme ve entegrasyon projesi"nin iflas etmiş olması ve bunun yerine hiç bir şey konamamasıdır.
Durumu şöyle ifade etmek daha doğru olur:
Cumhuriyetin ikili projesi herherhangi bir düzeltmeye ya da yenilemeye gidilmeksizin yeni koşullara adapte edilmektedir. Yeni koşullar ve yeni veriler karşısında iflasa yaklaşmış bir projenin ısrarla üzerinde durulması açıktır ki, sistemin "otoriterlik dozu"nu arttırmaktadır.
Nitekim bugün devlet Kürt sorununun ciddi, asayiş boyutunun ötesinde, açık bir şekilde Kürt milliyetçiliğini kuşatan köklü bir mesele olarak görmektedir. Kürtlerin Türkleşmeyeceklerinin, varlıklarını güçlü bir vurguyla sürdüreceklerinin ve kimliklerinden hareketle siyasi taleplerini arttıracaklarının farkındadır.
Sistem için bundan böyle mesele "Kürt varlığı ve taleplerini sürekli olarak kontrol altında tutmak"tır.
Kürt meselesinin "sürekli bir kriz alanı" olarak tanımlanması, bugünkü Kürt politikasının resmi dildeki ana çerçevesini oluşturur. Sorunun varlığını ve (arzu edilen istikamette) çözülemeyeceğini kabul etmek, "sorunun patlamaya dönüşmeden sürekli denetimi üzerine kurulu bir politika üretmek", aslında bir tür "sürekli kriz politikasını doğal politik bir hâl olarak kabul etmek"tir.
Aslında benzer bir mekanizmayı bugün "mahalle baskısı" gibi tartışmalar çerçevesinde de İslami alana yönelik olarak da görüyoruz. Yok edilemeyen ve dönüştürülemeyen dindar kitlelerin ve destek verdikleri siyasi gücün (siyasi iktidarın) kriz mantığı üzerinden sürekli baskı, sürekli baskı üzerinden ise sürekli denetim altında tutulması, asker-sivil ilişkilerinin yeni dinamiklerinden birisi olarak karşımızdadır. Bugün buna "dozu sürekli ayarlanan kontrollü gerginlik politikası" adı verilmektedir.
Kürt sorunu başta olmak üzere, temel siyasi-toplumsal sorunlarda çözümün yolu önce Türkiye'nin politik duruşunun yenilenmesinden geçiyor…
Çözüme yönelik yeni araçlar ancak bu yolla edinilebilir, çünkü…
Kaynak: Yeni Şafak