Fransa’da, hiciv dergisi Charlie Hedbo’ya yönelik gerçekleştirilen çirkin saldırı sonucunda, birçok kişi “Je suis Charlie” yazarak, dayanışma tweet’leri attı. Fakat ben yapmadım. Çünkü ben Charlie değilim.

Tartışmaya gerek bile yok, elbette ifade özgürlüğü hakkını destekliyorum. Bunun yanında, yapılan eylemlerin sorumluluk içinde ve saygılı bir biçimde yapmak gerektiğine de inanıyorum. Dünyadaki 1.6 milyar Müslüman’ı aşağılayan Hz. Muhammed karikatürlerini de işte bu yüzden paylaşmadım. (Ve hayır, hiçbir zaman Yahudiliği ve Hıristiyanlığı aşağılayan Charlie Hedbo karikatürlerini de paylaşmadım.)

Twitter’da gelen tepkilerin aksine, Charlie Hedbo’nun çalışanlarının öldürülmesini hiçbir şekilde tasvip etmiyorum. Bu kesinlikle son derece onur kırıcı ve tamamen yanlış bir fikir. Charlie Hedbo gibi yayınların ifade özgürlüğü hakkını korumak ve savunurken aynı zamanda bu karikatürlerin gereksiz bir şekilde saygısız ve saldırgan olduğuna inanmak mümkün.

Diğer insanların da işaret ettiği gibi, Paris saldırılarından sonra, ifade özgürlüğünü desteklemekle, fiili olarak o ifadeyi desteklemeyi birleştirdik. Fakat şüphesiz, örneğin, Ku Klux Klan örgütünün veya “god hates fags” (Bir Baptist Kilisesi tarafından kullanılan eşcinsel karşıtı bir slogan; “Tanrı Eşcinsellerden Nefret Eder”) protestocularının da ifade özgürlüğünü desteklesem de, bu onların nefret dolu mesajlarını desteklediğim veya onlara katıldığım anlamına gelmiyor. Bazıları, medyanın Charlie Hedbo’nun İslam karşıtı karikatürlerini tekrar basmasını konusunda ısrar ediyor ve basmamamın korkaklık olduğunu düşüyor. Bu, en basit ifadeyle, ifade özgürlüğünü açıkça çarpıtmaktır. Charlie Hedbo’nun karikatüristlerinin ifade özgürlüğünü desteklemek ile bazı karikatürlerinin içeriğini saldırgan ve saygısız bulmak arasında bir tutarsızlık söz konusu değil.

Ben bir İslam uzmanı değilim, ama şurası net ki, İslam’ın bazı yorumları, Hz. Muhammed’in tasvir edilmesini dine küfür etmek olarak görüyor. Bu, yapılan tasvirleri dine küfür etmek olarak algılayan tüm Müslümanların, buna şiddet yoluyla karşılık vereceği anlamına gelmiyor. Fakat radikal azınlık, ve Orta Doğu uzmanı Juan Cole’u de söylediği gibi, diğer kişileri de radikalleştirebilmek için, peygambere karşı yapılan böyle karalamaları kullanıyorlar.

Ne yazık ki, Batı’da tüm İslam dünyasının bu fikirlerle zehirlenmiş olduğunu düşünen ve Yahudilik ve Hıristiyanlık tarihiyle ilgili birçok metinde birçok şiddet ve hoşgörüsüzlük olmasına rağmen, (sadece) İslam’ın özünde nedense şiddet ve hoşgörüsüzlük içerdiğini düşünen insanlar var. Fakat İslam’ın dar ve şiddet içerikli bir yorumunun tek doğru yorum olduğuna inanma hatasında düştüğümüzde, tüm İslam dünyasının tam olarak böyle düşünmesini isteyen radikal yobazların zihniyetine girmiş oluruz.

Gerçek şu ki, Müslüman dünya sadece Suudi Arabistan ve İran, ya da Endonezya ve Mali liderliklerinden ibaret değil. Ve Amerika’da henüz yapılmamışken, farklı Müslüman ülkelerde kadın başkanlar seçiliyor veya atanıyor. Lübnan’da ve Ürdün’de eşcinsel hakları oldukça gelişmiş ve eşcinsel barlar hala varlığını sürdürüyor. Ne yazık ki, Amerikalıların yüzde 60’ı Müslümanlar hakkında bilgi sahibi değil, birçoğu sadece medyanın teröristler hakkında yaptığı yayınları biliyor.

İslam dünyasında çok çeşitli yorumların ve pratiklerin olduğunu, din uzmanlarının ve dini liderlerin arasında da bu konuda çeşitli tartışmalar yapıldığını gözden kaçırmamak gerekiyor.

Charlie Hedbo, Hıristiyanlara yönelik hakaret içeren karikatürleri yüzünden saldırıya uğrasaydı, özellikle Birleşik Devletlerden, dergi için benzer bir destekleme gelir miydi merak ediyorum. Bunların ötesinde, bundan bir ay önce, aynı insanlar, “İslam’la mücadele” ile ilgili bir vicdan azabı yaşamıyorlardı, çünkü yanlış nitelendirilen ve hakarete uğrayan kendi dinleri değildi. Charlie Hedbo’yu desteklemeye yönelik bu çabanın sadece şiddete karşı çıkmak veya ifade özgürlüğünü savunmak için değil, İslam’ı kötülemek için bir fırsat olarak yapıldığını düşünmek beni tedirgin ediyor.

Doğrusunu söylemek gerekirse, Paris saldırısının yapılmasıyla aynı gün, Colorado’da, NAACP (Siyahi İnsanların Gelişmesi için Ulusal Birlik) ofisinin dışına da bir bomba yerleştirilmişti. Neyse ki bu saldırıda kimse hayatını kaybetmedi. Fakat sonuç olarak ABD topraklarında bir bomba vardı ve bu ana akım medyada hiç yansıtılmadı. Şunu rahatlıkla söyleyebiliyorum ki, bir saldırı, şüpheliler Müslümanlar olduğunda, çok daha fazla dikkat topluyor.

Sesimi kamuoyuna duyurabilen birisi olarak, ifade özgürlüğü benim için bir megafondan daha değerlidir. İfade özgürlüğü, benim istediğim her şeyi istediğim zaman söyleyebilme özgürlüğüm anlamına gelirken, pratikte kelimelerimin etkisi ve benim fikirlerimi paylaşmayan kişilerin söylediklerimden nasıl etkileneceği üzerine dikkatle düşünmeye çalışırım.

Kişisel olarak, sadece söylemek istediğim şeyleri değil, duymak istediğim şeyleri söylerim. Bu yüzden, örneğin, insanların dini inançlarını hiçbir zaman kötülemem veya kınamam, çünkü inançlı insanların beni dinlemesini isterim. Günümüzde, tüm dinler katı gelenekten çıkıp gelişmekle ve modernliğe ayak uydurmakla yüz yüze ve bu yüzden ben söylediklerimin açık olmasını ve bu gelişmeyi desteklemede inşa edici bir payı olmasını istiyorum.

Bir başka ifadeyle, ağzımı açtığımda, bir problemin parçası olmak istemiyorum, bir çözümün içinde olmak istiyorum. İslam’a, Hıristiyanlığa ve Yahudiliğe ve genel olarak topluma, daha demokratik, özgür, açık ve kapsayıcı olabilmeleri için yardım etmek istiyorum. İfade özgürlüğü bu proje için en temel esastır. Ve saygı da aynı şekilde. Paris’teki çirkin saldırıdan sonra, ifade özgürlüğü ve saygının el ele gitmesi gerektiğini hatırlamak önemlidir.

Sally Kohn, aktivist, köşe yazarı ve televizyon yorumcusu. Twitter’da @sallykohn hesabından takip edilebilir.

Dünya Bülteni için tercüme eden: Cansu Gürkan