Hafta sonu Urumçi'de patlak veren şiddet olayları, Çin'in uçsuz bucaksız kuzeybatısında yıllardır tanık olunan en ağır can kaybına yol açtı. En az 156 kişinin öldüğü, 828 kişinin de yaralandığı bildiriliyor. Ayrıntılar hâlâ bilinmiyor, fakat gerçek rakamlar muhtemelen çok daha yüksek. Yani bu, 20 yıldır Çin'deki en ciddi ayaklanma olmakla kalmıyor, Pekin'e karşı ülke içindeki bir bölgede son 18 ayda patlak veren ikinci isyan olma niteliği taşıyor.
Olimpiyat öncesi Tibet'te baş gösteren şiddet gibi Sincan'ın başkentindeki çatışmalar da yerel bir protesto olarak başladı. Anlaşıldığı kadarıyla, geçen ay Çin'in güneyindeki bir fabrikada Han Çinlileriyle bir kavgada iki
Uygur'un öldürülmesine ve resmi makamların bu olayı ele alış biçimine tepki söz konusuydu. Tibet'teki gibi, polis dayak ve kurşunla karşılık verince işler hızla çığrından çıktı ve öfkeli Uygurlar Han hedeflerine yüzlerini çevirdi. İki bölgede de şiddet, Hanların kitlesel yerleşimine yönelik yerel rahatsızlığın, Uygurların İslam'a yapılan muameleden duyduğu öfkenin ve Uygurların Çinliler karşısında uğradıklarını söyledikleri hakaretin birikimiydi.
Çatışmalar, Tibet'teki gibi hassas bir döneme denk geldi. Çin, Komünistlerin 1949'daki zaferinin 60. yıldönümünü kutlamaya hazırlanıyor. Komünist Parti zengin, mutlu ve birlik içinde bir ülke resmi çizmek istiyor. Tibet ve Sincan'daki ayaklanmalarsa kültürlerini, özgürlüklerini ve geleceklerini belirleme
haklarının yok olmasından rahatsızlık duyan azınlıklar üzerinde emperyal bir tahakküm resmi yansıtıyor. Çin'in iki durumda da cevabı sertliğe başvurmak, iletişim hatlarını kesmek, ayrılıkçılara sempati beslediğinden kuşku duyulan herkesi tutuklayıp, sürgünleri ve dış güçleri suçlamak oldu.
Bürokrasinin derinliklerinde, bu bölgeleri yatıştırmak için rahatsızlıkları gidermenin daha iyi olduğunu savunanlar
vardır belki. Fakat sesleri duyulmuyor. Bununla birlikte baskıcı devlet açık ekonomiyi teşvik ederken otoritesini dayatmakta zorlandığını görüyor. Zorlaşan bir husus da bilginin kontrolü. Medya sıkı kontrol altında olsa da artık dakikası dakikasına çalışmak zorunda, zira güvenilir sayılacaksa, diğer kaynaklarla rekabet edip doğru haber vermeye mecbur. Haberleri cep telefonu hizmetini keserek, interneti sansürleyerek ve sosyal ağları dağıtarak önlemek yönündeki Çin içgüdüsü, teknolojinin neler yapabileceğini anlayan ve benzer çabaların İran'da işe yaramadığını gören bir pragmatizm karşısında kan kaybediyor.

Para her derde deva değil
Urumçi ayaklanmaları, komünizm hararetini yitirdikçe Çin'in ideolojik zamkı haline gelen Han milliyetçiliğine dair soruları da gündeme getiriyor. Nüfusun yüzde 90'ından fazlasına hitap eden bu zemin, bütün Çinlileri tek bir etnik aile olduklarına ikna etmeye çalışıyor ve azınlık itirazlarını bastırıyor. Bunun sakatlığı, Çin'in kültür ve insan çeşitliliğini inkâr etmesi ve Pekin'i tanıması gereken haklara karşı körleştirmesi. Para her derde deva değil: Yetkililer, işsiz göçmen ordusundan ziyade azınlıkların rahatsızlıklarına odaklanmalı ve bu rahatsızlıklar Pekin'e politikasının nerede çuvalladığına dair bir mesaj vermeli. Ama tam tersi oluyor: Yani yine inkâr, yine baskı ve insanların temel haklarından ve kendini daha rahat ifade etmesinden bir adım daha uzaklaşmak...(7 Temmuz 2009)

Radikal