Hükümet, yargısıyla çatışmayı güçler ayrılığı açısından sakıncalı bulmuyor mu? Cumhurbaşkanı ne düşünüyor?
 
Ergenekon davası soruşturmaları hükümetle yargı arasındaki kavgayı sertleştirmeye başladı. Geçen hafta bunun işaretlerini almıştık. 7 Ocak'ta başlayan yeni gözaltı dalgasının ertesi günü Yargıtay Başkanlar Kurulu toplanmışken, Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek'in 'Açıklama yaparlarsa ihsası rey anlamına gelir' uyarısı gelmişti. Çiçek, Yargıtay yönetimini günün birinde önlerine gelebilecek dava hakkında görüşlerini şimdiden açıklamaktan sakınmayacakları hükmüyle, peşinen uyarıyor, askeri deyimle 'önleyici atış' yapıyordu. Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker'in açıklama yapmayacaklarını söylemesi, bu nedenle toplumda (tıpkı emekli orgeneraller Kemal Yavuz ve Tuncer Kılınç'ın serbest bırakılmasının Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un Başbakan Tayyip Erdoğan ile konuşmasıyla ilişkilendirilmesi gibi) Çiçek'in uyarısıyla ilişkilendirdi. Bu algılamalar önemlidir, çünkü kamuoyu o noktada gerçekle değil, izlenimle oluşur.
İstanbul Başsavcısı Aykut Cengiz Engin'in Adalet Bakanı Şahin ve Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyelerine Ergenekon davası hakkında bilgi vermesi de benzer bir algının doğmasına neden oldu.
Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu'nun son Ergenekon gözaltıları nedeniyle hükümete çok sert eleştirileri bu gelişmelerden sonra yapıldı. Eminağaoğlu, hükümeti Ergenekon soruşturmasını bahane ederek yargının ve muhalif seslerin üzerinde baskı kurmakla suçluyordu.
Bunun üzerine Adalet Bakanı Şahin daha sert bir açıklama yaptı. Yalnızca YARSAV'ı değil, bütün yargıç ve savcı kesimini kapsayacak şekilde 'savcılar ve yargıçlar partisi' diye bir deyim kullandı.
YARSAV'ın durumunun AB ilerleme raporlarında tipik bir örgütlenme özgürlüğü, hükümet tarafından ona karşı girişimlerin (sonuçsuz kalan, el altından karşı örgüt kurdurma girişiminden söz dahi etmiyoruz) örgütlenme özgürlüğü ihlali olarak görülmesi bir yana. Başbakan Erdoğan'ın yeni atadığı AB Bakanı Egemen Bağış ile 18-19'da 'yeni bir başlangıç' umuduyla çıkacağı Brüksel-AB seferi sırasında Adalet Bakanı ve müsteşarının HSYK Başkanı olmaması gerektiği konusunun açılması ihtimali de bir yana.
Hükümet, yargıyı vatandaşa bu kadar şikâyet etmeyi yargı, yasama, yürütme erklerinin ayrılığı ve uyumlu çalışma gereği açısından sakıncalı bulmuyor mu? Hükümet bulmuyorsa, Anayasa'nın 104'üncü maddesi gereği devlet yapısının uyumlu çalışmasını gözetme sorumluluğu bulunan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bu konularda ne düşünüyor?

İşimiz İbrahim Şahin'e kaldıysa
Susurluk mahkûmu, Ergenekon tutuklusu İbrahim Şahin'in askerlerin kendisine yeni kurulacak güvenlik yapısında müsteşarlık teklif ettiği ifadesini verdiği dün bazı gazetelerde yer aldı.
Sızdırıldığı kadarıyla, Şahin askerle hükümet arasında aylardır süren görüşmeler sonunda ortaya çıkan İçişleri Bakanlığı'na bağlı Güvenlik Müsteşarlığı'na kendisinin önerildiğini söylüyor. Biz de ciddi ciddi tartışıyoruz. Bu şahsın Susurluk davasından çeteleşme ve terör suçlarından ceza aldığını, bu ceza nedeniyle yeniden devlet memuru olabilmesi için yasalarda değişiklik gerektiğini, cezasının zihinsel durumu nedeniyle cumhurbaşkanı tarafından affedildiğini, son olarak tutuklanmadan önce evinden çıktığı söylenen bilgilerle pek çok silahın bulunduğunu hesaba katmadan söylediklerini ciddiye alıp tartışıyoruz.
Böyle bir şahıs, kendisine bu görevin ordunun geleceği parlak ve halen PKK ile mücadelenin en kilit noktasında bulunan Diyarbakır'daki 7'nci Kolordu Komutanı Korgeneral Bekir Kalyoncu olduğunu söylüyor. MİT'e düzenli rapor verdiğini söylüyor. İki cepheden de yalanlandı, Başbakan Yardımcısı Çiçek de haberinin olmadığını söyledi. Ama biz 'Neden olmasın?' diyebiliyoruz. Kafalarımız o kadar karışmış, sisteme güvenimiz o denli azalmış durumda. Asıl sorun burada. Hükümet ve asker, terörizmle mücadele işini İbrahim Şahin veya bir benzerine emanet edecek kadar çaresiz mi diye sormak aklımıza gelmiyor. İşimiz Şahin'e kaldıysa, zaten işimiz bitmiş demektir diye düşünemez durumdayız.

Radikal