12 Eylül 1980 hareketi dolayısıyla, hareketi gerçekleştiren kişilerden hâlâ hayatta olan Evren ve Şahinkaya'ya karşı bir dava açılmıştı ve davanın ilk duruşmasında Evren, kamuoyunca tuhaf karşılanan bir beyanda bulundu. Özetle, 12 Eylül hareketi darbe olarak tanımlanıyorsa, darbeye teşebbüs etmenin suç olarak tanımlanabileceğini ve cezalandırılabileceğini, darbenin gerçekleşmesi halinde suç ve cezalandırmanın mümkün olamayacağını ifade etti. Gerçekten darbe, yani iktidarı devirmek, kurulu ve yerleşik düzeni ortan kaldırmak ya da değiştirmek gibi eylemler, başta Anayasa'nın amir hükümleri olmak üzere, genel olarak ceza yasalarında değişik düzenlemeler ile suç olarak tanımlanmışlar, belirli cezaları da öngörmüşlerdir. Dolayısıyla sonuca ulaşmamış eylemler, darbe kavramı kapsamına sokulabilecek teşebbüsler hakkında soruşturma, kovuşturma ve yargılama yapılabileceği tartışmasız kabul edilir.

Evren'in darbeye teşebbüsün suç olduğu, dava konusu edilerek cezalandırılabileceği tarzındaki ifadesi açık ve bilinen bir durumun tekrar ve teyidinden ibarettir.

Fakat darbenin gerçekleşmek suretiyle başarıya ulaşması bütünüyle farklı bir durumdur. Başarıya ulaşmış bir darbenin suç kapsamına sokulması, hakkında dava açılması, muhakeme edilmesi ve cezalandırılması mümkün değildir, şeklindeki ifadesi, hukuk bilimi bakımından temel bir tartışma konusuyla doğrudan ilişkilidir. Daha doğrusu hukuk bilimi alanında ileri sürülmüş bazı kuramlar (teoriler), doğrudan darbeyi hedeflemiş olsalar da, hukukun kaynağı, hukukta temel norm kavramını temellendirme maksadıyla yaptıkları araştırma, tartışma ve görüşlerde, darbeyi de kapsayıcı bir yaklaşım içinde olmuşlardır.

Elbette Evren'in bu bilimsel ve felsefi, kısacası Hukuk Felsefesi tartışmalarına vakıf olduğu uzak bir ihtimaldir. Ancak 12 Eylül hareketini hukuki bir temelde tartışılır hale getirmek için böyle bir yönteme başvurulduğu düşünülebilir.

İlk bakışta Evren'in, başarıya ulaşmış darbenin suç olarak tanımlanmasına kaynaklık edecek bir kuralın bulunamayacağı iddiası mantıklı gibi gözükecektir. Hukuk Felsefesi bakımından bunun tartışmaya değer bir sorunu işaret ettiği de söylenmelidir. Burada hemen Avusturyalı hukukçu Hans Kelsen'in (1881-1973) Saf Hukuk Kuramı akla gelmektedir. Gerçekten Kelsen, Saf Hukuk Kuramı'nın merkezine ya da temeline "temel norm" kavramı koyar. Anayasa başta olmak üzere, yasalar, tüzükler, yönetmelikler ve uygulama bir hiyerarşi içinde meşruiyet kazanırlar. 12 Eylül hareketiyle ortaya konulan '82 Anayasası bir düzen öngörmüş, gerçekleştirmiş ve uygulama imkanı bulmuştur. Şekli bakımından Anayasa'nın şartları ve süreci izlenerek kabul edilmiştir. Kurulan düzen ve bunu sağlayan kurallar muvacehesinde 12 Eylül hareketi ve yapanlarının eylemleri suç olarak tanımlanmamış, muhakeme edilebilirliğine de cevaz verilmemiştir.

Ne var ki, Kelsen'in Saf Hukuk Kuramı, velev ki kabul edilmiş olsa bile, bizzat Kuram'ın dayandığı "temel  norm"un varlığı açıklığa kavuşmuş olmamaktadır. Temel normu açık seçik ortaya konulmayan bir hukuk düzeninde, şekil şartlarına uygun yapılmış bir Anayasa'nın hukukî gerçeklik kazandığını ileri sürmek, bir hayli tartışmalı bir konudur. Evren'in başarıya ulaşmış darbenin muhakeme edilemeyeceği şeklindeki beyanı bu noktada temelsiz kalmaktadır. Çünkü temel normun belirlenmesi, Kelsen'in Kuram'ında özgün bir yönteme başvurulmak suretiyle ortaya konulması gereken bir şeydir. Sadece Anayasa'yı esas almak sorunu çözmez, aksine daha fazla ve yoğun tartışmaların kapısını açar.

Kaldı ki, Kelsen'in Saf Hukuk Kuramı (x) ve onu dayandırmaya çalıştığı temel norm kavramı, yoğun eleştirilere maruz kalmaktan kurtulamamıştır.

Evren ve Şahinkaya davası, nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, Türkiye'deki hukuk kavrayışının ve kültürünün ne'liğini ortaya çıkarmakta bir manivela işlevi görür gibi durmaktadır.

(x) Kelsen'in Saf Hukuk Kuramı için bkz. : Vecdi Aral: Kelsen'in Saf Hukuk Teorisinin Metodu ve Değeri, İstanbul, 1978; o. Münir Çağıl: "Hans Kelsen'in Hukuk Felsefesindeki Ehemmiyeti, İHF. A. Samim Gönensay'a Armağan, İstanbul 1955; Adnan Güriz. Hukuk Felsefesi, Ankara 1985, s. 335 vd; İsmail Kıllıoğlu: Ahlâk-Hukuk İlişkisi, İFAV Yayınları, İstanbul 1988.

Kaynak: Milli Gazete