AB genişledikçe, içinde yaşayan insanlar için birliğin üzerine inşa edildiği ortak değerleri idrak etmek daha önemli hale geliyor. Bu yüzden birliğin 50. yaşgünü için düzenlenen özel zirvede yayımlanan Berlin bildirisinin Avrupa değerleri ve ilkelerini vurgulamasından memnuniyet duydum.
AB'nin kaydettiği en muhteşem başarı genişleme; bu sayede demokrasi, istikrar ve güvenlik kıtanın büyük bölümüne yayıldı. Genişleme sadece sonradan giren ülkeler için değil, birliği ilk kuranlar için de iyi oldu. Ekonomik bakımdan genişleme daha büyük bir pazar yaratıyor ve daha fazla iktisadi uzmanlaşmaya imkân tanıyor, ekonomik büyümeyi teşvik ediyor.
Stratejik bakımdansa birliğin dünyadaki ağırlığını artırıyor. Rus korkusunu paylaşan çıkmadı AB'nin kapıları açık tutmasını ve günün birinde hazır olduklarında Batı Balkanlarla Türkiye'yi, hatta belki Ukrayna, Beyaz Rusya ve Moldova'yı da kucaklamasını umuyorum. Fakat genişleme, bazı sorunlar da getiriyor.
Birincisi, son gelenlerden bazılarının siyasi kültürü arzu edilen düzeyde değil. Polonya ve Slovakya özgür ve demokratik ülkeler. Fakat bu ülkeleri yöneten partilerdeki bazı önde gelen isimler, diğer bazı orta Avrupa ülkelerinde olduğu gibi demokratik içgüdülerden yoksun gibi görünüyor; daha ziyade demagojik içgüdülere sahipler. Parti çizgisine uymayan memurların görevden alınması, kilit önemdeki devlet kurumlarına ve şirketlerine niteliksiz parti yandaşlarının getirilmesi ve bağımsız düşünceli sivil toplum örgütlerine mali desteğin geri çekilmesi... Bunların tümü bakanların her zaman çoğulcu sivil toplum değerlerine rağbet etmediğinin göstergeleri. Bunun ötesinde bölgenin büyük bölümü yetersiz adli sistemden ve ciddi boyutta yolsuzluktan mustarip. Ne var ki bu ülkelerdeki yönetim, birliğin dışında değil de içinde kaldıkları ve birlik kurallarına tabi oldukları müddetçe iyiye doğru gidecektir. İkincisi şu: Birlik bugün coğrafi anlamda birbirinden uzak ve çok farklı tarihsel deneyimlerden geçmiş ülkeleri kapsıyor. Coğrafya belli bir ölçüde çıkarları da belirliyor.
Tarihsel deneyimse ulusal çıkar algısını şekillendiriyor. Bu yüzden de daha geniş bir birlik içinde üye ülkelerin ortak politikalar ve yaklaşımlar sergilemesi daha zor hale gelebiliyor. Sözgelimi füze savunma sistemine dair son tartışma, üye ülkelerin yükselen Rus otoriterliğine ne kadar farklı tepkiler verebildiğini gösterdi. Bir Rus generali füzelerini, ABD'nin füze savunma sistemi kurma önerisine sıcak bakan Çek Cumhuriyeti ve Polonya'ya doğrultma tehdidinde bulunduğunda, eskiden Sovyet tahakkümünde yaşamış olan üye ülkeler alarma geçti ve dayanışma gösterdi. Ancak Rusya'ya uzak ülkeler bunu bir tehdit saymadı. Almanya, Çek Cumhuriyeti ve Polonya'yla dayanışma beyanında bulunmadı, bunun yerine tartışmadan dolayı suçladığı Washington'ın bu konuda Rusya'yla daha fazla istişarede bulunmuş olması gerektiğini savundu. Avrupa kıtasının bir ucundaki halklar, diğer uçtakilerden çok farklı düşünebiliyor.
Ukrayna'nın 'turuncu devrim' deneyimini, Polonya ve Baltık ülkeleri sanki kendileri yaşamış gibi hissetti. Çok daha uzakta olan ve Kuzey Afrika'ya daha fazla odaklanan İspanyollarınsa umurunda olmadı. Batı Avrupalılar Bulgaristan ve Romanya'ya pek az yakınlık besliyor; Batı Avrupa hükümetlerinin büyük bölümünün Bulgarların ve Romenlerin çalışma hakkını kısıtlamasının bir nedeni de bu. Çok fazla ve çok hızlı genişleme, AB'yi bir tutan 'tutkalı', yani topluluk olma hissiyatını zayıflatabiliyor.
Birlik, malların, hizmetlerin, emeğin ve sermayenin serbest dolaşımı, Avrupa hukuku karşısında bütün vatandaşların eşitliği ve daha zengin ülkelerden daha yoksul olanlara hatırı sayılır mali transfer ilkeleri üzerine inşa edildi. Fakat çok sayıda Avrupalı, birliğin diğer kesimlerindeki insanlarla pek az noktayı paylaştığını düşünürse, bazı AB politikalarını yürütmek haliyle zorlaşır. Bazı federalistlere göre genişleme AB'yi zayıf kurumlara sahip bir 'Anglo-Sakson' serbest ticaret bölgesine dönüştürdü.
27 üyenin pek azının, ulusüstü kurumlar yoluyla daha güçlü bir birlik inşasını öngören federalist amaçtan yana olduğu doğru. Böyle düşünenler belki de Belçikalılar, Lüksemburglular, Almanlar, İtalyanlar ve Hollandalılardan ibaret. Fakat bugünlerde Avrupa ülkelerinin büyük bölümünün birliğe yönelik 'araçsal' bir bakışı var. Birliği güçlü bir kararlılık gerektiren soylu bir davadan ziyade, tek piyasa, küresel ısınmaya karşı önlemler, komşular üzerinde nüfuz kazanmak gibi ulusal hükümetlerin tek başına ulaşamayacağı faydaları elde etmesine yarayan bir araç olarak görüyorlar.
Pragmatik bir Britanyalı olarak, bu değişimden kısmi bir rahatlama duyuyorum. Fakat kıtamızdaki insanların büyük kısmının benzer değerlere sahip çıktığına da inanıyorum. İnsanlara bu olgu güzel bir şekilde anlatılabilirse, diğer Avrupa vatandaşlarına daha fazla dayanışma hissedecekler ve AB de daha düzgün bir biçimde işleyecek. Berlin bildirisi işte bu yüzden önemli. Avrupa sosyal, laik ve liberal Bence, basitçe Batılı veya evrensel değerler diye ifade edilemeyecek Avrupa değerleri var.
Bunların büyük bölümünü Amerikalılar ve dünyanın diğer bölgelerindeki insanlar da paylaşıyor. Fakat yine de farklı olan üç alan var. Avrupa değerleri daha sosyal; Amerikalılarsa devlet, sendika ve eşitliğe daha kuşkulu bakıyor. Bu yüzden Berlin bildirisi dayanışmayı bir Avrupa ilkesi mahiyetinde zikrediyor.
Avrupa değerleri ayrıca daha laik ve liberal: Amerikalılarsa idam cezası, silah kontrolü, kürtaj ve embriyon araştırmaları gibi konularda iç tartışmalarını çözmüş değil. Nihayet, Avrupalılar küresel yönetim sisteminde hukuka uygunluk ve güçlü uluslararası kurumlar fikrini destekleme eğiliminde. Birçok sağcı Amerikalıysa istedikleri gibi, istedikleri zaman hareket etme özgürlüklerinin kısıtlanmasını istemiyor. 50. yaşında AB genişleme ve avro gibi başarılarını kutlamalı ve değerlerinden gurur duymalı. (Londra'daki Avrupa Reform Merkezi'nin (CER) yöneticisi, 25 Mart 2007)