Bu yıl yüzüncü sene-i devriyesi yaşanan 'Harb-i Umumi', yani Birinci Cihan Harbi sıcak bir yaz günü başlamıştı: 28 Temmuz 1914. Daha büyük yıkımlara, insan kaybına mâl olan İkinci Dünya Savaşı'ndan çok Birinci Dünya Savaşı bizi, bizim coğrafyamızı, İslam alemini birince elden etkileyecekti. Birinci Dünya Savaşı'nın en büyük mağduru olmamıza ve bu savaşın siyasi, ekonomik, kültürel etkilerini hala yaşıyor, hissediyor olmamıza rağmen nedense üzerinde pek durulmaz. Böylesine büyük altüst oluşun adeta unutulmak istenmesi, hep Avrupalılar üzerinden okunması bile bizdeki zihinsel travma etkisine bir örnek olabilir.
Birinci Dünya Savaşı'nın stratejik analizini yapmak değil amacımız. Ancak bugün yaşadığımız pek çok siyasi, kültürel ve de zihinsel travmanın bir miladı olarak Cihan Harbi iyi anlaşılmadan bugünün okunması eksik kalacaktır. Türkiye'nin, Ortadoğu'nun, genel anlamda İslam aleminin çırpınışlarının, yaşanan kaos ve arayışların kökeninde bu savaşın izleri var.
Kısaca, ne olmuştu Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde? Osmanlı İmparatorluğu siyasi olarak tarihe karışmış, İslam alemi açısından Hilafet merkezi çökmüş, Ortadoğu'yu ulus devletlere parçalayacak bölüşümün, sömürgeci projenin önü açılmıştı. 'Almanya yenildiği için biz de yenildik' efsanesiyle vakit kaybederek, neden Osmanlı'nın bu savaşta çöktüğü sorusuna cevap aramayı erteleyerek bugünlere geldik.
Bu savaşa girmeden önce genç, idealist, heyecanlı, romantik bir kadro adeta Devlet-i Aliye'yi teslim almış, altı yüzyıllık geçmişin/birikimin üstünde zar atıyordu. Osmanlı'yı savaşa sürükleyen, savaşı sevk ve idare eden kadro ve temsil ettiği zihniyet bir 'neden' değil 'sonuç'tu. Osmanlı'nın Avrupalılarla yarış edebilmesi, daha doğrusu devleti kurtarabilmesi için kendi değerlerini terk edip Batılılaşmaya ikna ve icbar edilmeye başlamasından yaklaşık yüz yıl sonra çöküşe götüren savaşa girmek zorunda bırakıldık. Bu yüz yıllık süreç, yani Tanzimat'la ve İngilizlerle Ticaret Anlaşması'yla başlayan süreç, İslam tarihinin en kritik dönemlerinden biridir. Ve ilk kez yabancı reçeteye sarılarak, kendi değerlerinden kuşkuya düşerek bir çıkış arayışının tarihidir. Başlangıçta tamamen pragmatist ve sınırlı alanda başlayan Batılılaşma, zamanla bir zihniyet meselesi haline gelecektir.
Yüz yıldan kısa bir zaman diliminde şeklen korunan toplumsal hafızaya, inanç dünyasına sirayet etmese de teknik, uygarlık, modern zihniyet çerçevesinde Osmanlı karar vericilerini etkileyecek, belirleyici olacaktır. Ulemanın sürece cevap vermede yetersizliği ya da olup biteni yeterince iyi okuyamamasından dolayı bürokratik elit ve aydınların hakim olduğu Batılılaşma çabalarıyla devlet kurtarılmaya çalışıldı.
Sonuçta Sultan Abdülhamid döneminin bitmesiyle başlayan Cihan Harbi ile fiiliyata ve resmiyete dökülen 'son' geldi. Sadece bir devlet dağılmadı; Avrupa tarihinin de en belirleyici siyasal yapısı tarih dışına itilirken İslam ümmeti tarihinde hiç karşılaşmadığı bir siyasi ve teolojik kaosla yüz yüze geldi.
Savaştan tam yüz yıl sonra Türkiye benzer bir iddiayı dillendirir oldu. En azından içe kıvrık söylem yerine daha iddialı siyasal sloganlar tedavüle sürüldü. Ortadoğu daha fazla sürdürülmesi mümkün olmayan yapay sınır ve siyasal yapılarla değişime zorlanıyor. Yeni bir kaos dönemi, yeni bir düzen arayışını getirmekten çok daha büyük belirsizliklere, çatışmaya, İslam ümmetinin umudunu yitirecek oluşumlara kapı aralayacak gibi duruyor.
Kısa vadede ilk kez muhafazakârlar tarafından siyasi bir slogan olarak, 'tarihi hafızayı' hatırlatacak biçimde, Türkiye'nin düştüğü yerden kalkma iddiası dillendirilir gibi oldu. Bu dillendirme, daha heyecan düzeyinden ve siyasal retorikten ileri geçme istidadında değil. Ancak en azından yüz yıl öncesinde düştüğü yerin hatırlanması, hatırlatılması önemli. Türkiye gibi Osmanlı mirası üzerine (reddi miras etmiş olsa da) kurulan, toplumunun hafızası sıfırlanan, sentetik kimlikler, tarihler icat edi/ni/len bir ülkenin özgüven sahibi olması, kendine gelmesi muhal. Doğal olan; yenilgileri ve zaferlerle beraber kabul etmek, tarihle barışık olmak, o tecrübeyi gelecek inşasında kullanabilmek.
Modern seküler ulus kimliğinin sentetik dokusunun, ruhsuz, hafızasız doğasının bu toplumu bir yere götürmeyeceği aşikar. Bir gecede medeniyet değiştirilemeyeceği, bizzat bu projenin sahibi olan sistemin sahiplerince de anlaşılmış görünüyor. Bu nedenledir ki, sistem daha muhafazakâr değerlerle ve tarihsel süreçle ilintilendirilerek yaşatılmaya çalışılıyor.
Tam bu noktada temel sorun şu: Bir toplumun atılım yapması için özgüven ve heyecana duyulan ihtiyaç kadar bu atılımın hangi değerler sistemi üzerinde yükseleceği de önemlidir. Meşrutiyet atılımı bürokratik bir heyecanla başladı ve bitişini getiren romantik İttihatçı heyecanı ise 'bozgunda fetih düşü'ne dönüştü. Klasik Osmanlı değerler sisteminden kuşkuya düşen ve gelişmeleri bir medeniyet meselesi olmaktan çok pratik faydacılığa indirgeyen devlet aklı nedeniyle kaybetti. Kendinden kuşkuya düşen bir sistem ödünç değerlerle ayağa kalkamayacağı gibi, hissiyattan ibaret bir söylem de ileriye taşıyamaz.
Evet, Türkiye gibi bir mirasa sahip ülkenin dünya sisteminden bağımsız hale gelmesi, karar verici duruma yükselmesi hem bölgeyi etkileyecektir, hem de dünya sistemi sahiplerince de hoş karşılanmayacaktır. Bu noktada Türkiye'de muhafazakâr kitlelerde ve siyasi söylemde yükselen hissiyatın fikriyata dönüşüp dönüşmediği temel bir soru olarak durmaktadır. Hissiyatın fikriyata dönüşmediği İttihatçı romantizmi Develt-i Aliye'nin sonunu getirdi.
İçe kıvrık, pısırık ve edilgen ülke görünümünden kurtulup özgüven yüklü bir söyleme sahip olmak ne kadar anlamlı ise bunun hissiyattan fikriyata dönüşüp dönüşmediği de bir o kadar hayatidir.
Sorun heyecan ve söylem sorunu olmakla sınırlı değil; sistem ve değerler sorunudur. Bu da hissiyatın fikriyata evrilmesini gerektirir. Meşrutiyet'in pragmatik zihniyeti sonu engellemeye yetmedi. Dünya sistemine entegre kalmanın özne olarak merkezi rol üstlenmeye yetmeyeceği açık. Özgüven yüklü canlanan hissiyat, küresel sisteme eklemli kaldığı müddetçe retorikten ileri geçemeyeceği gibi romantik maceralara sürüklenme tehlikesi de mevcuttur. DEVAMI>>>