Mumbai'de 180 kişinin öldürülmesinin ardından ortaya saçılan argümanların en vahimi şu:
Hindistan, bu tür teröre nasıl karşılık vereceği konusunda ABD'den ders almalı. Bu görüşü savunanlar, "Bakın ABD'ye, 11 Eylül'den sonra Amerikan topraklarına yönelik başka saldırı oldu mu?" diyor.

ABD'nin 11 Eylül trajedisinin ardından aldığı önlemlerin, kimsenin bir daha ABD'ye kast etmeye cüret edemeyeceği kadar etkili olduğundan dem vuruyorlar. Deli saçmasından farksız bir görüş bu. ABD'nin verdiği 'karşılık'tan gerçekten de ders çıkarılmalı. Ama tam tersi yönde.

11 Eylül'de 3 bine yakın insan hayatını kaybetti. Amerika'nın verdiği karşılık savaşa girmek oldu. İki savaş başlattı, biri 11 Eylül'le hiçbir bağlantısı olmayan bir ülkeye karşıydı. Mevzu bahis karşılık 1 milyona yakın insanın canına mal oldu. Bunlara Irak'ta ölen 4 bin, Afganistan'da ölen yaklaşık 1000 ABD askeri de dahil. En büyük kaybı, yüz binlerce insanın öldüğü Irak verdi. Afganistan'da her ay sayısız insan ölüyor. Bölgedeki milyonlarca insan yerinden yurdundan oldu ve halen yoksulluğun pençesinde kıvranıyor.

Terörle savaş terörün kaynağı
Nobel Ödüllü iktisatçı Joseph Stiglitz'e göre, Irak savaşının ABD'ye toplam maliyeti 3 trilyon dolar. Sıradan Amerikalıların bundan kazancı yok. ABD ekonomisinin vahim bir kriz yaşadığı şu günlerde, bu maliyetler kanamayı daha da artırıyor. Irak'taki savaş 'kitle imha silahları'na dair 'istihbarat'a dayanılarak ve Bağdat'ın 11 Eylül'le ilişkili olduğu gerekçesiyle başlatıldı. 'Karşılığın' mazereti buydu. Her iki iddianın da yanlış olduğu kanıtlandı.

O dönemde ABD medyası sahte kitle imha silahı hikâyelerinin üretilmesinde muazzam rol oynadı. Çağımızın belki de en yıkıcı çatışmasının başlatılmasına yardım ettiler. ABD insani kayıplar da verdi; on binlerce asker yaralandı, sakat kaldı ve hastalandı. Dahası savaş ülke içi harcamalarda devasa kesintiler anlamına geldi.

2006 sonuna gelindiğinde, 650 binden fazla Iraklı'nın öldüğü tahmin ediliyordu. ABD'nin 11 Eylül'e verdiği 'karşılığın' genişlediği sonraki dönemde çok sayıda sivil daha hayatını kaybetti. Savaş öncesindeki Irak İslami köktendincilere karşı en acımasız davranan Arap ülkelerinden biriydi. Bugün o köktenciler, vaktiyle üsleri olmayan bir ülkede muazzam güç elde etti. Köktendincilik, ABD şiddetinin gübrelediği yeni taraftar tarlalarının hasadını kaldırdı. ABD'nin 11 Eylül'e verdiği 'karşılıktan' en çok kâr edenlerden biri Amerikan şirketleriyse, diğeri de Kaide'ydi. 'Terörle Savaş', söz konusu karşılığın öncesindeki dünyaya kıyasla çok daha fazla terörist üretti.

Bu felaketten alınacak başka dersler de var. ABD neredeyse her hafta Pakistan'ın bazı bölgelerini bombalıyor. Bombardımanlarda siviller ölüyor ve Obama seçim vaadini yerine getirirse, bu durum sürecek. Köktendinciliğin bombardımandan zarar görenler arasındaki gücü de artacak.

İslamabad'ın onyıllardır ABD'nin Afganistan'daki askeri maceralarına sadakatle verdiği desteğin ödülü işte bu. Pakistan'ın bir yığın gerilimi ABD'yle bağlarının (ki Hindistan'daki seçkinler o bağlara kendileri sahip olmaya can atar) ta kendisinden kaynaklanıyor. Bunun sonucunda Pakistan'ın hırpalanması, Hindistan için de kötü haber. Bu, sınırın iki tarafında daha fazla köktendincilik, daha fazla militanlık ve daha da kötüsü anlamına geliyor.

Medyanın da Amerikalı muadillerinin verdiği karşılıktan öğreneceği çok şey var. Cılız bir sesle yazılan savaş karşıtı başyazılarına bakmayın siz, New York Times'ın kitle imha silahlarıyla ilgili haberleri belleklerde hâlâ taze. Vaktiyle Bush'a arka çıkanlar, bugün onunla dalga geçen medya kuruluşlarının ta kendisiydi. Şimdi kalkmış savaşın ne kadar da çok tepki gördüğünü yazıyorlar. Fakat 'reyting savaşları' onarılmaz hasarlar verdi bile. Hem acıklı hem de gülünç: Olan bitenlerde sadece yabancı nedenler gören ABD'deki güçler, şimdi Hindistan'a tam tersini öğütlüyor. New York Times, "Hindistan, vatandaşlarını korumak konusunda nerede ve nasıl başarısız olduğunu görmek için kendine bakmak zorunda kalacak" diye yazıyor.

'Karşılığın' parçası olarak şişirilen histeri ABD'de de hasar yarattı. 11 Eylül sonrasında ülkenin dört köşesinde baş gösteren ırkçı saldırılarda ABD'deki Sihler de hedef alındı. Yıllardır sarıklı ve sakallı olan herkesin kötü gösterilmesi, onları da 'misilleme' saldırılarının hedefi haline getirdi. Alınacak ders bu mu olmalı?

Yüzlerce insanın yıllarca ağır işkencelere maruz kaldıktan sonra masum diye bırakıldığı Guantanamo kampı, ABD'nin 'karşılığı'nın küresel çapta yaygın eleştiri alan parçası. ABD'de sivil örgürlüklerin budanması McCarthy döneminden beri en vahim boyutlarda. Ve Bush en nefret edilen başkanlardan biri sayılıyor.

Aşırı milliyetçilik budanmalı
Mumbai'daki vahşete güçlü ve tavizsiz karşılık vermek gerek. Bu karşılığın neleri içermesi gerektiği belli: Suçluları adalet önüne çıkarmak, istihbarat ağlarını düzenlemek, güvenlik birimlerini daha hazırlıklı hale getirmek. Acele bir karşılığın vahşetin tertipçilerinin hedeflerine ulaşmasını sağlayacak nitelikte olmaması hayati önemde. Kentteki kutuplaşmanın daha da derinleşmesine izin verilmemeli. 'Karşılık' verirken masum insanların ölmemesini veya terörize edilmemesini sağlamak gerek. Çözümün sivil özgürlüklerin ve demokratik hakların budanmasından geçtiği fikrini çöpe atmak gerek. Anayasayı değil, şovenizmi ve aşırı milliyetçiliği budamak gerek. Hangi dinden olduklarına bakmaksızın, toplumlar arası çatışmayı kızıştırmaya çalışanlara güçlü tepki vermek gerek. Çeyrek milyon insanın Mumbai'den dehşet içinde kaçtığı 1992-93 yıllarının tekrarlanmasına göz yummamak gerek. Asıl güçlü karşılık işte budur.

Yaşananlardan ABD'yi taklit etmemiz gerektiği sonucunu çıkarmak tarihi hem trajedi hem komedi olarak tekrarlamak olur. (ABD merkezli internet sitesi, Hindu dergisinde editör, 11 Aralık 2008)

Kaynak: Radikal