Özellikle son dönemde cumhurbaşkanlığı krizleri, dünya çapında bir salgına dönüştü. Öyle ki, kriz bir ülkede çözülüyor, diğerinde başlıyor. Ülkeler, 'cumhurbaşkanı seçeceğim' derken, iç savaşın eşiğine geliyor. Sınırlı enerjilerini, bu şekilde heba ediyorlar.
Malum, ülkemiz 2007 yılını Köşk kriziyle geçirdi. 1 yıldan fazla süren sert tartışmalardan yargıda siyasallaşmanın zirve yaptığı 367 kararına; e-muhtıralardan onlarca çete yapılanmasına ülke bir buhran içinden geçti. Nihayet yapılan erken seçimden çıkan irade, Köşk'ün yeni sakinini belirledi. Ama yine de sorun çözülmedi.

Zira bugün yaşadığımız kriz, bir yıl önceki hesaplaşmanın artçı şokları niteliğinde. Anayasa'ya göre sorumsuz olmasına rağmen, kapatma davasına Cumhurbaşkanı Gül'ün adının karıştırılmasını ve hatta siyaset yasağı istenmesini başka nasıl açıklarız! Üstelik bu kriz, devletin bir kesiminin AK Parti hakkındaki olumsuz kanaatinden kaynaklanmıyor. Geçmişte de Köşk süreçleri hep krizli oldu. Adayların kafasına dayatılan namluları ve Meclis'in seçim için yaptığı nafile turları nasıl unuturuz?..

Türkiye'nin güç bela krizi aştığı günlerde, kardeş Pakistan kendi cumhurbaşkanlığı krizini yaşıyordu. Orada da konu mahkemelik oldu. Uygulamalara itiraz eden yargıçlar görevden alındı. Büyük çalkantı yaşandı. Bu gerilimin ortasında destek için İslamabad'a giden Cumhurbaşkanı Gül'e refakat ettiğimiz için gerilimi gözlerimizle gördük. Bu süreçte, Pakistan siyasetinin popüler simalarından Benazir Butto, bir suikast sonucu hayatını yitirdi.

Hemen hemen aynı tarihlerde Lübnan, cumhurbaşkanlığı krizini yaşıyordu. İsrail-Hizbullah savaşı, Hariri suikasti ve Suriye askerlerinin çekilmesi gibi büyük şokları yaşayan Lübnan, aylarca yeni cumhurbaşkanını seçemedi. Türkiye dahil birçok ülkenin arabuluculuk çabası işe yaramadı. Nihayet Katar'ın aracılık ettiği uzlaşma sonucu, aylarca boş kalan cumhurbaşkanlığına General Mişel Süleyman seçildi. Kriz öyle uluslararası bir mahiyet kazanmıştı ki, Lübnan Meclisi'ndeki seçim oturumuna birçok ülke başbakan veya dışişleri bakanı düzeyinde katıldı.

Dün cumhurbaşkanlığı krizi yaşayan bir başka ülke Zimbabve'de seçim vardı. Cumhurbaşkanı Robert Mugabe ile muhalefet arasında iç savaşa benzer çatışmaların ardından dün seçimin ikinci turu yapılacaktı. Ama muhalif aday Morgan Tsvangirai, taraftarlarına baskı yapıldığı iddiasıyla yarıştan çekilince, tek adaylı seçimin anlamı kalmadığı gibi, daha büyük krizlerin kapısı açıldı. İlk turda muhalefet yüzde 47, Mugabe yüzde 43 oy almıştı. Şimdi ne olacağını kimse bilmiyor.

Aslında benzer krizlerin sayısı daha da fazla olabilir. Bereket, demokratik açıdan sorunlu birçok ülke, bu soruna karşı özgün çözüm yolları bulmuş durumda. Böyle ülkelerde bir şekilde cumhurbaşkanlığını kapan, uzun süre orada kalıyor. Seçim yapılsa bile yüzde 99'luk oy almayı beceriyorlar. Bazıları görevden ayrılırken, haleflerini tayin edebiliyor. Bazıları krallıklardaki gibi koltuğu çocuğuna bırakırken, bazıları hayat boyu kalmayı sağlayacak formüller üretiyor. Son olarak bunlara 'cumhurbaşkanlığı süresi bitince başbakanlığa inme' şeklindeki Putin formülü eklendi. Bu açıdan bakınca, resmen krallık olan Ürdün, ismen cumhuriyet olsa da fiilen krallığa benzeyen Suriye ve Mısır'dan (27 yıldır Mübarek yönetiyor) daha az sorunlu görünüyor.

Bu tablo karşısında, siyaset bilimcilere acil bir görev düşüyor. Kronikleşen cumhurbaşkanlığı krizlerini ele alarak, ya geçerli bir çözüm bulmalılar, ya da sistemin demode olduğuna hükmedip, atadan kalma monarşilerin daha uygun olduğuna karar vermeliler. Çünkü siyasi sistemin tepe noktasını belirlemede yaşanan bu krizler ve cumhuriyet adı altında yapılan bu hileler, bizde resmi tarihin tu kaka ettiği monarşilerin, aslında istikrar açısından daha uygun; ahlaki açıdan ise daha dürüst olduğunu akla getiriyor. Nitekim Avrupa tecrübesi de bunu doğruluyor. Son 150 yılda, hukuka dayalı parlamenter rejimden sapmamış 8 Avrupa ülkesi var. Bunların yedisi monarşiyle yönetiliyor. İngiltere'nin yanı sıra, İsveç, Norveç, Danimarka, Hollanda, Belçika birer krallık. Lüksemburg ise grandükalık. Bu uzun süre zarfında parlamenter rejimi koruyan ülkelerden cumhuriyetle yönetilen sadece İsviçre. Ayrıca, uzun monarşik tecrübeden sonra cumhuriyete geçen birçok ülkenin (Almanya, İspanya, Rusya, Çin) anarşi veya diktatörlüğe yuvarlandığı biliniyor.

Türkiye'de saltanatı savunan pek yok. Ama bir yanda Kraliçe Elizabeth sayesinde 55 yıldır Köşk krizi görmeyen İngiltere'ye bakın; bir de aynı dönemde Türkiye'nin bu yüzden yaşadıklarına. Siyaset bilimciler ne düşünüyor acaba?
 
Kaynak: Zaman