İslamcıların siyasi boyutu kadar belki daha fazla, manevi boyutu da gelişmeli. Biri sistem, diğeri yapı. Ayaklardan her ikisi de aksamamalı. Aksarsa da siyasi ayak aksamalı. Ancak o şekilde rabbani bir insan olunabilir ve kalınabilir. Rabbani olmayan bir İslamcının kimseye faydası dokunmaz. Mevki makam çekişmesi de insanları manevi olarak hasta eder.
Elbette dünya imtihan dünyası ve insanlar nefisleriyle imtihan olacaklardır. Bu nefis kelimesinin altında her türlü arzu ve heva yatmaktadır. Bunlardan birisi de iktidar hırsıdır. İnsan bütün hırslardan geçer ama hırs-ı piri dedikleri iktidar hırsından kolay kolay geçemez.
İslamcıların iktidar kavgalarının altında da terbiye olmamış nefisler yatmaktadır. Müslümanlar ya malla ya da iktidarla imtihan olurlar. Hatta çekişme daima dünyevi makamlara yönelik de olmayabilir. Manevi makamlar için de çekişme yaşanabilir. Hadislerde ifade edildiği gibi, Müslüman günah işleyebilir, lakin yalan söylemez. Zira yalan nifaktan bir cüzdür. Bunun kökleşmesi nifak alameti sayılır.
İnsan ruhunu iyi terbiye etmezse ruh hastası da olabilir. Fıtratı bozulabilir. Dünyevi beklentiler üzerine çekişme ve saltanat ve makam kavgaları ruh hastalığını tetikler. Beşinci Murat’ın iyice akıl hastası olmasının arkasında bu iktidar tutkusu veya çekişmesi vardır.
Mısırlı Muhammed Gazali’nin ‘El Fesad es siyasi Fi’l Müctemaat el Arabiyye ve’l İslamiyye/Arap ve İslam Toplumlarında Siyasi Bozukluk’ kitabını okurken bir ibare ile irkildim. Bu yönü hiç düşünmemiştim. Aklıma gelmemişti. Bu da bazı İslami liderlerin veya önderlerin ruh hastası olması durumudur. Bu bir suçlama değil, sadece tespit. Elbette bu ifade veya tespit duyulunca sarsıcı bir etki meydana getiriyor. İsterseniz fazla yorum yapmadan onun bu yöndeki sözlerini aktarayım:
”Psikolojik hastalıklar çok gizli ve çok tehlikelidir. Bunu dindar kitleler ve saflar arasında gözledim. Afgan Mücahitleri ile Rus Kızıl Ordusu arasındaki mücadeleyi yakından takip ediyordum. Afganistan’da 6 veya 7 hizip vardı ve bunlar Ruslara karşı dağınık olarak mücadele veriyorlardı. İslam’ın kalbi Afganistan’da durma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Bunları bir araya getirme ve ortak bir çatı altında toplamaya matuf abalar da fayda vermedi. Mücahit liderler koltuklarının ve makamlarının derdindeydiler… ( El Fesad es siyasi, Muhammed Gazali, Nahdetu Mısr, s: 91)”
Muhammed Gazali, Cezayir olayları sırasında felaketi önceden görüyor ve uyarıları oluyor. Afganistan’daki deneyimden biraz farklı olsa da Sudan’da da aynı liderlik çekişmeleri yaşandı. Bu nedenle Sudanlı İslamcılar yüz ağartan, başarılı bir model ortaya koyamadılar.
Mısırlı yazar ve düşünürlerden Muhammed Abbas da El Müctema dergisiyle yaptığı bir konuşmada İslamcıların bu kendi aralarında geçinememe hastalıklarına temas ediyor ve şöyle diyor: ”Bunun kesinlikle dinle bir alakası yok. Din Allah’ın dini. Bununla birlikte, çekişmenin ve sırt dönmenin gönül hastalıklarıyla alakası var. Kin birikimiyle ve şeytanın kışkırtmalarıyla da yakından alakası bulunuyor." ( El Müctemaa 18/04/2013)
Galiba bir şeyi ihmal ettik. Ya da dengeyi tam tutturamadık. Bu da tezkiye boyutudur. Son dönemlerde siyaset ve benzeri meselelerle ilgilendiğimiz kadarıyla hatta onun onda biri kadar nefis tezkiyesiyle ilgilenmiyor ve nefis mücadelesiyle uğraşmıyoruz. Bu da İslam kisvesi altında gayri İslami işler yapmamızı beraberinde getiriyor. Bazen sünnet niyetiyle koyduğumuz sakal ve İslami kisvemize rağmen sıradan bir insan gibi, yalan söyleyebiliyor veya aldatabiliyoruz. Kızlarımız da neredeyse başörtüsü altında her türlü kuralsızlığı işliyor veya dini ölçüleri ihlal edebiliyor. Fas’taki bazı İslamcılar, Sudan’daki çatallaşmayı yöntem eksikliğiyle izah etseler de yöntem meselesinin derininde de yine ahlaki meseleler yatmaktadır.
Şunu kabul etmek gerekir ki, İslamcılar siyaset kadar ahlak ve tezkiye alanında mahir değiller. Siyasi marifetleri de de elbette tartışılır. Bugün Mısır’da Selefiler ile Sufiler kısmen de olsa İhvan hükümeti ve yönetimiyle çekişmektedir. İhvan beklemediği bir anda iktidara hazırlıksız yakalandı. Selefiler ise toplumu İslamileştirmekten öte yeni dönemde siyaseti İslamileştirmeye çalışıyorlar. Onların da bir siyasi altyapısı yok. Sufiler ise İhvan’ın tarzına karşı çıkıyor ve önceden beri alıştıkları yolda yürümek istiyorlar. Tabii şöyle bir soru da akla gelebilir: Öteki gruplar tezkiyeden nasiplerini almadılar anladık diyelim peki sufilere ne oluyor! Onlar neden bu çekişmenin tam ortasına atlıyorlar? Eski sistemin payandası, dayanağı gibi davranıyorlar! Tezkiye temeli üzerine kurulu yapıların da gerçekte tezkiye ile alakası yok. Ya da tezkiyenin tezkiyeye ihtiyacı var. Olsaydı böyle mi olurduk? Birleşik kaplar gibiyiz ve hepimiz birbirimizin aynasıyız.