1979 yılında İran'da İslam devriminin olması, 1989'da Afganistan'da Ruslara karşı bir cihat hareketinin başlaması ve Lübnan'da bugünkü Hizbullah'ın o günkü nüvesi sayılabilecek olan Şii grupların, İsrail'i oradan püskürtmesi -ki İsrail, tarihinde ilk defa işgal ettiği bir topraktan çekilmiş oluyordu- İsrail'in büyüsünün bozulmasına yol açtı. İşte, Hamas bu tarihi ortamda ortaya çıktı.
Aslında Filistin'de İslami gruplar 1930 yılından beri vardı, İhvan-i Müslimin'le beraber çalışırlardı. İslami gruplar bağımsız örgütler şeklinde 1960 ve 1970'li yıllarda, aktif silahlı mücadeleye katılmadılar. Kanaatimce İslami gruplar, laik Arap milliyetçiliğinin önderliğinde silahlı mücadeleye katılmak istemediler, çünkü onlara güvenmiyorlardı. Gelgelelim çok önemli işler yaptılar. Mesela sağlık ve eğitim işine el attılar; yardımlar topladılar ve Filistin toplumunu ahlaki ve sosyal bakımdan takviye etmeye çalıştılar. Ancak 1987 yılına gelindiğinde olaya fiilen el koyma kararı aldılar. Birinci İntifada dediğimiz 1987 hareketi de bu çerçevede ortaya çıktı.
İntifada ile Filistin mücadelesi yepyeni bir veche kazandı. Hamas'ın mücadeleye damgasını koymasının anlamını şöyle özetlemek mümkün:
1) İntifada ile işgale sert, ama değişik bir cevap verildi; bu önemliydi, çünkü Hamas'ın yöntemi, FKÖ'nün ve Marksist örgütlerin yöntemlerinden çok farklıydı.
2) Hamas sözcüleri Batı'ya sadece politik olarak değil, tabir caizse doktriner anlamda da muhalefet ettiklerini ortaya koydular.
3) Laik Arap milliyetçilerinden ve Marksist solcu hareketlerden farklı olduklarını açık bir biçimde ortaya koydular. Bugünkü Hamas – FKÖ çatışmasının gerisinde söz konusu doktrin farklılıkları yatmaktadır.
4) İntifada'nın aktörleri kimlerdi diye baktığımızda, Şeyh Ahmet Yasin gibi mahalli din adamları, medrese hocaları, imamları ile birlikte, dünyanın çeşitli ülkelerinde üniversitelerde okuyan insanlardı. Bunlar bir araya gelip hareketin başına geçtiler. Keza mülteci kamplarında yetişmiş, anasız-babasız; işgalin, yokluğun mahrumiyetin, baskının ne olduğunu bilen çocuklar hareketin içinde yer aldı. Kahire, Ürdün, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi ülkelerde okuma fırsatı bulan bu insanlarla mahalli din adamları bir araya gelip yeni bir önderlik profili ortaya çıkardılar. Bu ilk defa olan bir durumdu, çünkü cami ile üniversite arasında bir kopukluk vardı; Hamas, bu kopukluğu ortadan kaldırdı ve aralarında köprü kurmuş oldu.
İkinci intifadaya geldiğimizde şu noktaların altını çizmekte fayda var:
Bilindiği üzere 1993 yılında Oslo'da bir anlaşma imzalandı. Anlaşmaya göre beş yıl içerisinde Filistin devleti kurulacaktı. Ancak anlaşmadan hemen sonra İsrail yerleşim birimlerini %50 artırdı. 2000 yılında da Ariel Şaron, Mescidi Aksaya provakatif bir baskın düzenledi. Bunun önemli sebepleri vardı.
Hamas hemen İkinci İntifa'dayı başlatmakla Şaron'a cevap verdi. Bu, çok önemli bir tepkiydi. Şaron Mescidi Aksaya neden baskın düzenledi?
2000 yılına gelindiğinde, İsrail'de geri göç başlamıştı, 1 milyon civarında İsrailli, İsrail'i terk edip geldikleri yerlere geri dönmeye başlamıştı. Oysa İsrail'in temel politikası, dünyadaki bütün Yahudileri İsrail'de toplamaktı. Geri göçte İntifada'nın büyük etkisi var. Düşünün, İngiltere, Almanya gibi ülkelerde, zengin ve rahat bir hayat yaşarken, rahatlarını bırakmış gelmiş, Filistin çöllerinde Filistinlilerle yüz yüze her gün kavga eden İsrailliler, bir süre sonra buralara niçin geldiklerini sorgulamaya, "Rahatımı bozmaya değer miydi?" diye soruyordu. Şaron geri göçü durdurmak için bir provokasyon yaptı ve Mescidi Aksaya/Haremi Şerife baskın düzenledi. Hamas için ikinci intifadaya başlatmaktan başka seçenek kalmamıştı.
"Oslo İlkeler Deklarasyonu", 13 Eylül 1993 yılında Oslo'da, Yaser Arafat ile İshak Rabin arasında imzalandı. Dendi ki, yıllardır süren Filistin meselesi bir çözüme ulaştı, bir çerçeve anlaşması ortaya çıktı. Buna göre başkenti Doğu Kudüs olmak üzere, beş yıl içerisinde bir Filistin devleti kurulacaktı. İsrail'i ve İshak Rabin'i bu anlaşmayı imzalamaya iten uluslar arası baskılar vardı. Herkes bilir ki, İsrail hiçbir zaman Filistinlilerle anlaşma yapmaya niyetli değil, çok mecbur kalmadıkça anlaşmaya yanaşmaz, anlaşma imzaladığı zaman da, anlaşma maddelerini kağıt üzerinde tutar.
İsrail'i uluslar arası camia yanında ancak ABD bir anlaşma imzalamaya zorlayabilir. Aksi halde İsrail'in bir Filistin devletini – yüzde 22'lik topraklar üzerinde dahi olsa- kabul etme ihtimali zayıf görünmektedir. Başlangıçta tek devlet, iki ulus fikri vardı. Yahudiler ve Filistinli Araplar bir arada yaşayacaktı. Şimdi ise, iki devletten bahsediliyor, fakat iki devletin, daha doğrusu bir Filistin devletinin kurulması bile mümkün görülmüyor. FKÖ'nün hatası Oslo'da buna inanması veya inanmak durumunda kalması oldu.
Yaser Arafat büyük bir sevince kapıldı. FKÖ, beş sene içerisinde bir devlete sahip olacaktı. Fakat anlaşmadan hemen sonra İsrail, bu deklarasyonu tanımadığını anlatmak üzere, yerleşim yerlerini açmaya, hatta hızlandırarak yaymaya devam etti. Filistinlilerin meskûn olduğu topraklara, dünyanın çeşitli yerlerinden Yahudiler getiriliyor ve o topraklara yerleştiriliyordu. Tabii Hamas bunu gördü ve şunu dedi: "Oslo anlaşmasıyla -barış adı altında- işgal meşrulaştırılıyor, kalıcı hale getiriliyor. Üstüne üstlük Filistinlilerin direnci bu şekilde kırılmış oluyor; ben Oslo anlaşmasını tanımıyorum. Zaten İsrail bu konuda samimi de değil." Netice de Şaron'un Haremi Şerife düzenlediği baskınla da ikinci intifada başlamış oldu.
Oslo'yu tanımaması, meseleyi bu şekilde vazetmesi ve tabii diğer besleyici unsurlarla beraber Hamas, Filistin, Arap ve Müslüman kamuoyu nezdinde öne çıktı, böylelikle daha geniş toplumsal destek ve itibar kazandı.