Onu birkaç kez sabahları erken sayılacak vakitte yakın zamanlarda boşaltılmış bir işyerinin önünde gördüm. Sanki yeni taşınacağı iş yerinde yapılacak tadilatları tarif ediyordu. İş yerinin önünde ileri-geri giderek yanındakilere bir şeyler anlatıyordu. Normalde hiç dikkatimi çekmeyecek olan bu sıradan hareketliliği farklı kılan, işveren olduğunu zannettiğim kişinin çarşaflı bir kadın olmasıydı.
Birkaç zaman sonra da unuttum zaten...
Ramazan'dan hemen önce işyerinin düzenlenip hoş bir lokanta olarak hazır hale geldiğini fark ettim.
Daha önce evlere servis yapan pizzacının büyük kırmız renkteki levhasının aksine çok daha estetik bir levha asılmıştı. Daha doğrusu işyerinin önüne bir levha dikilmiş; cepheden dikkat çeken, adeta bağıran o kırmızılı levhanın yeri boş kalmıştı. O iriliğe gözü alışanlar yeni levhayı fark etmeyebilirdi; saklanmış gibi bir hali vardı...
Ramazan akşamlarında ışıkları pırıl pırıl Halep mutfağının tatlı ve yemeklerini keşfetmiş olduk. Tatlılar harikaydı. Halep'in eski taş konaklarındaki lokantaların havasını hatırlattı hemen. Peki, Suriye, özellikle de Halep mutfağının zenginliğini İstanbul'da üretmek kolay olmasa gerekti, ama nasıl...
Lokantanın hikayesini öğrenmekte gecikmedim bu arada.
İşveren olduğunu düşündüğüm kadının Suriye'den gelmiş eğitimli biri olduğunu, bu işe öncülük ettiğini, lokantasında da savaştan dolayı gelen ve özellikle yardım almak istemeyen ustaları, becerikli hemşerilerini çalıştırmaya başladığını öğrendim. Takdire şayandı her haliyle!
Halep tatlılarıyla tanışmamdan birkaç gün sonra yeni bir durumla karşılaşacaktım: Akşamları ışıl ışıl hizmet veren şirin lokantanın gündüzleri kapalı olduğunu.
Yardıma muhtaç Halep'in asil insanları el açıp dilenmemek için yeni açtıkları lokantalarını Ramazan hürmetine gündüzleri açmıyordu.
Tek tük köşelerden çekilen simitçilerin, az ilerde tek masalık börekçinin dışında oruca böyle bir sahiplik duyan yoktu.
Bir de sahip çıkılmayı bekleyen muhacir Halepli kadının işyeri... Devamı>>>