Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu’nun Türkiye toplumunun etnik ve dini kökenine ilişkin sözleri, bir devlet kurumunun, hem de önemli bir kurumun başındaki bir insandan duymaya alışık olmadığımız şeyler. Bu yüzden de şiddetli bir tartışma başlattı.

 

Alevi. Ermeni, Kürt çevrelerin tepkisini çekti. Bütün bunların ötesinde, etnik ve dini çoğulculuğun ötesinde bir Türkiye’ye inananları kafasını karıştırdı.

 

İlk bakışta; Türkiye Cumhuriyeti’nin temel felsefesine, tek millet oluşturma amacına, farklılıkları görmezden gelme, eritme hedefine, din ve kültürünü yadırgama alışkanlığına hepsinde öte bütün bu farklılıkları tehdit olarak algılama geleneğine aykırı sözler bunlar.

 

Geri dönüp bakınca; her hangi bir kişi, bir kurum, bir çevre, “bilimsel amaçlı” da olsa, Türkiye’nin her hangi bir yerinde etnik farklılıklar üzerinde bir çalışma yaptığında kovuşturmaya uğradığını, bunun “ulusal güvenlik” sorunu olarak görüldüğünü, bu alana girilmesinin ciddi sıkıntılara yol açtığını göreceğiz.  

 

Peki şimdi ne oldu da, bu tavır tersine döndü? Halaçoğlu’nun sözlerinin, her ne kadar ‘bilimsel” olduğunu söylese de, siyasi sonuçları çok daha belirleyici olduğu ortada. Ciddi siyasi sonuçlar doğuracağını biliyoruz. Buradan hareketle şunu mu söylemeliyiz? Ermeni sorununu tartışırken, Kürt sorununu tartışırken bundan sonra artık “Türk sorunu” mu tartışacağız? Önce ne dediğine bakalım:

 

“Türkiye’de Kürtlerin yüzde otuzu Türkmen, Kürt Alevilerin bir kısmı ise tehcir döneminde Anadolu’da kalmak için “dönen” Ermeniler” diyen Halaçoğlu devam ediyor:

“Elimde Ermeni dönmelerinin listesi var. Mahallesine, köyüne, evine varıncaya kadar, isim isim. Eski ismi nedir, yeni ismi nedir? Hangi evde otururlara varıncaya kadar, resmi belgeler. Ben bunları açıklamadım. İsim de söylemedim. Ama bunlar Alevi Kürt olarak kendini tanıtan kişiler. Ermeni dönmelerinin listesini huzuru bozmamak için açıklamıyorum.” Halaçoğulu’na göre bu insanların sayısı 1920’lerde 90-100 bin civarındaydı. Acaba şimdi kaç kişi?

 

Bu açıklamalar, beklendiği gibi Kürt ve Alevi çevrelerin büyük tepkisini çekti. Halaçoğlu hakkında suç duyuruları yapıldı, savcılık incelemeleri başlatıldı, görevden alınması istendi. Türk Tarih Kurumu gibi çok önemli bir kurumun başında olan, bir çok resmi gerçeğe ulaşma imkanına sahip olan bir kişinin açıklamaları elbette göz ardı edilemezdi.

 

Tartışmalar Halaçoğlu’nun çıkışını zayıflatmak yerine daha da güçlendirdi. “Neden korkuyorlar? Türk demekten mi? Türk olarak yaşamak neden zor? Türkiye’de Türk mü yok yoksa? Bunu söylediğin zaman ırkçısın diyorlar” diyen Halaçoğlu, “Öteki ben şuyum dediği zaman ırkçılık olmuyor. Ama Türkler yaşıyor burada, aşiretler var dediğin zaman kafatasçı, ırkçı, faşist oluyorsun.”

 

Bu sözlerde elbette gerçeklik payı var. Alabildiğine etnik tartışmaların yapıldığı Türkiye’de, Türk olmak yadırganır bir psikolojik algı haline gelmek üzere. Halaçoğlu’nun sözleri, işte bu yüzden Bir çeşit “Türk sorunu”nun yaratılmaya çalışıldığına işaret ediyor. Aslında, belki farkında bile olmadan, kendisi de bu sürecin bir parçası haline geliyor.

 

1930’lardan beri varolan, yakından izlenen, “ulusal güvenlik” çerçevesinde el altında tutulan, “devlet iktidarı”nın mahrem bilgilerinden biri olan, sonraki yıllarda nüfus hareketlilikleri izlenen bu çevrelerle ilgili kayıtları merak eden elbette çok. Etnik kimlik, milliyetçilik gibi tartışmaların dışında kalanlar bile, bu Türkiye gerçeğini öğrenme arzusunu gizleyemiyor.

 

Peki, neden bu açıklama sorusunun cevabı hala ortada değil. Halaçoğlu ve dar bir çevre mi böyle bir tartışma açıyor yoksa “devlet” iktidarı köklü bir felsefi değişimin kapılarını mı aralıyor. Ya da bu çıkışlar, konjonktürel, reaksiyoner bir tavır mı?

 

Kürt sorununa karşı, Kürt sorununun etnik ayrışmaya evrilmesine karşı gerçekleri ortaya serme ve bir savunma hattı oluşturma kaygısı mı? Ya da, Ermeni soykırım tezlerine, şu kadar insan öldü iddialarına karşı; “Öyle diyorsunuz ama, öldü dediğiniz insanların bir kısmı, başka bir kimlikle bu ülkede yaşıyor” şeklinde, Ermeni diasporası’nın kalıplaşmış iddialarını boşa çıkarma uğraşısı mı? Veya; “Kardeşim siz Türkiye’yi öyle bir ayrışmaya sürüklediniz ki, sanki bu ülkede Türk kalmadı. Oysa sizin Kürt bildiklerinizin bir kısmı aslında Türkmen aşiretleridir” şeklinde bir bilinç tazeleme uğraşısı mı?

 

Üçü de mümkün. Ancak bütün bunlar bir gerçeği ortaya koyuyor: Bu sözler; Türkiye Cumhuriyeti’nin seksen beş yıldır yapmaya çalıştığı her şeyi tersine çeviriyor. Bugüne kadar etnik ve dinsel farklılıkları dönüştürme, farklılıkları ortadan kaldırıp bir toplum modeli ortaya koyma projesinin çöktüğünü ilan ediyor.

 

Şimdi ne olacak? Ermeni kökenli Kürt Aleviler tekrar Ermeni mi olacaklar? Alevilikten dönüp Hristiyan mı olacaklar? Bu mümkün mü? Ya da buradan nereye varılacak?

 

Sadece Türkiye’de değil, bütün bölgede, Birinci Dünya Savaşı döneminde olduğu gibi bir ayrışma süreci gelişiyor/geliştiriliyor ve bu çok ciddi travmalara yol açıyor. Bunun için Irak’taki duruma bakmak yeterli. Hal böyle iken, bu uğursuz rüzgâra karşı tek direnme yöntemi, ayrışmayı birlikteliğe dönüştürme iken, ortaya serilen “gerçek”lerin ne tür bir yıkıma yol açacağını tahmin etmek güç değil.

 

Aklıma Beylikler dönemi geliyor…