Son günlerde Yunanistan'da haberlerde ilk sıralarda yöneticilerle ilgili suistimaller var. Türkiye'de de benzer vurgun olayları yaşanıyor. En güvenilir olması gereken kimselerin sanki gözü dönmüş, para, servet, mal, tüketim adına yapmayacakları yok gibi...  
 
Düne kadar iki ülkede, Türkiye ve Yunanistan'da yaşamış ve iki toplumu yakından tanımış olmayı şansım, zenginliğim hatta lüksüm sayardım. Şimdi, bir tek ülkem olsaydı da doğru dürüst olsaydı diyorum. Krizim bu. Güvendiğim dağlara kar yağdı, tipi, fırtına bir türlü dinmedi. Kurtarıcılar meğer kendilerini kurtarıyormuş, fos çıktılar, verilen sözler sözde kaldı, eleştirenler daha kötüsünü yaptı, tavsiyede bulunanlar kumpas kurdu, destek verenler çelme taktı, seven sevgiden çıkarı var diye sevdi. Böyle hisseden ve bunları düşünen biri, kuşkusuz morali bozuktur, sinirleri haraptır, güven krizi yaşamaktadır.

Son günlerde Yunanistan'da haberlerde ilk sıralarda yöneticilerle ilgili suistimaller var. Aylardır, azar azar başladı rezalet haberleri. Çalışanların sigorta sandıklarında şüpheli oyunların oynandığı ortaya çıktı. Tahviller satın alındı, bunlar bir sürü el değiştirdi, çalışanların sırtından birileri vurgun vurdu. Delil eksikliğinden sorumlular bulunamadı, bir iki yönetici ve bir bakan istifa ettirildi. Telekomünikasyon işlerini üstlenen yabancı bir şirketin Atina merkezinde, muhtemelen başbakanınki de dâhil siyasilerin telefonlarının dinlendiği ortaya çıktı. Sonu getirilemedi, konu arşive konuldu. Siemens şirketinin yıllardan beri devletten koca koca ihaleleri almak için onlarca milyona varan Euro'yu hem Pasok hem Yeni Demokrasi partilerine rüşvet olarak verdiği Amerika'da ortaya çıkarıldı. Mahkeme Alman şirketi mahkûm etti ama Yunan yargısı işi yavaştan alıyor. Bu hırsızlık da arşive konulacak gibi. İmar işlerinden sorumlu başka bir bakan kaçak yazlık ev inşa ettirdi. Bu bakan da kızağa alındı, ama birkaç ay sonra yeniden çıkar herhalde piyasaya.

Son günlerde Deniz Ticareti bakanı, noter olan karısıyla birlikte kurduğu şirketler ve yürütmekte olduğu ticari girişimler yüzünden gündeme geldi. Sorun iki boyutlu. Biri çıkar çatışmasıyla ilgili ve 'sıradan' bir yetkiyi kötüye kullanma sayılabilir. Yani iktidarda olan, gücünü ve etkisini kullanarak zenginleşmek için yapılageleni yaptı. Ama estirilen fırtına servet düşmanlığına da dönüştü. Bu da rezaletin ikinci boyutu, çünkü bakanın kotrası, taşınmaz malları ve yaşam biçimi 'tahrik' sayıldı. Olaya farklı bir açıdan bakınca görülen o ki, insanların yasal ve özel yaşamlarına karşı küçük çapta faşizan bir baskı kabul gördü ve meşru sayıldı. Artık hakkımız olan lüksümüzün tadını da gizliden yaşayacağız demektir. Servet 'tahrik' sayılınca herkesi memnun edecek durum ikiyüzlülüktür: Yoksul pozunda olmak yeterdir. Nihayet bardağı taşıran en son damla da din adamlarından geldi. Kendilerini çileye, duaya, fazilete adamış ve Aynaros'ta yaşayan manastır keşişlerinin (hepsi değil, birilerinin) siyasilerle işbirliği yaparak hazine mallarını nasıl yağmaladıkları çıktı ortaya. Yüzlerce milyon Euro'dan söz ediliyor.

Ve birden, sekiz yıldır bütün kamuoyu yoklamalarında Pasok'tan % 2-4 puan ilerde olan Yeni Demokrasi 2 puan geride kaldı. Acı bir gülümseme yaratan olay, bugün iktidarda olan partinin seçim kampanyalarını, Pasok'a saldırarak 'dürüstlük ve alçak gönüllülük' temeli üzerinde yürütmüş olmasıdır. Siyaseti değil ahlakı bayrak edinmişti. Ama Pasok'un çıkarcı geçmişi de unutulmadığı için, bir zamanlar % 40-35 dolaylarında oy alan bu iki partinin şimdi her ikisi de % 30'un altında. Yunanistan siyasi rejim ve siyasilerle ilgili hiç de şaşırtıcı olmayan bir güven krizi yaşamaktadır.

En iyisi ben çiçeklerimle ilgileneyim

Türkiye'de de benzer vurgun (ihtikâr) olayları yaşanıyor. Ülkeler benziyor diyenler var. Doğruysa yazık! Gücü yeten, koltuğu kapan fırsatı kaçırmıyor. Hepsi değil tabii, birileri. Siyasi heyecanlardan (darbeler, parti kapatma gibi) biraz nefes alır gibi olurken, bu kez de son günlerin tartışmalarında 'para' öncelik kazandı. İddia edildi ki, 'farklı bir başbakan' gelene kadar piyasa patronlarıyla siyasiler paslaşıp her iki tarafı da kârlı çıkarmış. Bundan, en iyi durumda, karşılıklı çıkara karşı emniyet supabının bir kişinin kişiliği olduğu sonucunu çıkarıyoruz. Yani sistemin kendisi böyle durumları engellemeye, vatandaşı korumaya yetmiyor.

İmar planını değiştirip bir anda zenginleşmek münferit bir olay mı? Almanya'daki Deniz Feneri e.V olayıyla din iman adına para toplayanların da aslında kendi çıkarları için çalıştıkları ortaya çıktı. Buna da münferit olay diyeceğim ama münferit denenler genel eğilime dönüşmüş gibi. Ayrıca acı olan, Yunanistan'da Siemens şirketi ile olduğu gibi, bu yolsuzluğun ülke içinde değil, yurtdışında ortaya çıkarılmış olması.

En güvenilir olması gereken kimselerin sanki gözü dönmüş, para, servet, mal, tüketim adına yapmayacakları yok gibi. Bütün toplumu sarmaya başlayan bir moda gibi bu hızla zenginleşme sporu. Söz konusu hırsızlık, aç olanın, yoksulun, geri zekalının, garibanın hırsızlığı değil. Hali vakti zaten yerinde olanın soygunudur. Bu kişilere 'yeni hırsız' diyebiliriz. Mutlulukla doğrudan ilişkisi olduğu kuşkulu olan 'fazladan' para, servet ve gösterişli yaşam biçimi çok 'popüler' oldu. Ahlaktan, hırstan, ayıptan söz etmek yersiz şu an, bunlar saflık sayılıyor. Güven krizinin nedeni de bu. Sorunlar kriz yaratmaz, çaresizlik, umutsuzluk, çıkış kapılarının olmaması kriz yaratır.

Çare bir yana, en azından teşhis yararlı olabilir. Dört durum bir arada yaşanıyor. Birincisi, söz konusu paralar çok. Milyonlar, yüzlerce binlerce milyonlardan söz ediyoruz. Eskiden rüşvete ve hırsızlığa garibanlar tenezzül ederdi, şimdi 'saygın' kimseler de tahrike karşı koyamıyor. İkincisi, durum yankesicinin durumuna hiç benzemiyor, bir anda, bir hamlede, bir tek vurgunla 'köşeyi dönüyorsun'. Torunların da, torunlarının torunları kurtuluyor. Bu hız ve randıman ayrı bir tahrik yani. Üçüncüsü, bu tür girişimlerde riskin düşük olması. Yakalandığında pek bir şey olmuyor. Biraz soruşturuyorlar, biraz yatıyorsun, o kadar. Bunca servete değer gibi. Ve nihayet dördüncüsü ve en önemlisi, böyle bir maceradan geçenler toplum içinde yaşamlarını normal sürdürebiliyorlar. Yani bu işlemi toplum kabul etmiş gibi. Bu tür insanlar yine saygın sayılıyor, 'mahallede' selamlarını alıyorlar. Yani mahalle baskısının erdemi, yeni hırsızlar konumunda geçerli değil.

Çaresizliğimin içinde ne yapılabilir diye düşünmeye cüret edince aklıma bir şeyler gelmiyor değil. Ama söylesem saf, romantik, hayalperest, ütopik, hatta kıskanç, müfteri derler diye çekiniyorum. Krizimin içinde bir de bu karalamalarla uğraşmak gerekecek. İyisi mi diyorum, şimdilik ben bahçemle ilgileneyim, çiçeklerim ve zerzevatımla. Öylesine sürprizsiz, güvenilir, güzel ve yararlıdırlar ki!
 

 

Kaynak: Zaman