Özgürlükler genişledikçe ve refah arttıkça, Kürt kökenli yurttaşlarımızın "terörle alışverişi" zayıflıyor. 2007 seçimlerinde, milletin ve devletin bütünlüğünü temsil eden AK Parti, Demokratik Toplum Partisi'nden (DTP) fazla oy aldı. DTP de, aslında eskisine göre daha ılımlı. Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş, Şırnak ve Diyarbakır'daki eylemleri şu cümlelerle kınadı: "Hiçbir siyasi amaç, bir tek kişinin akan kanından daha değerli olamaz; siyasetçiler el ele vermeli; akan kanın durması konusunda nihai bir sonuç elde etmeliyiz. Artık yeter diyoruz; ölüm, kan ve şiddeti görmek istemiyoruz. Bu topraklarda kardeşliği, barışı ve demokrasiyi yeşertmeliyiz."
İyi, güzel de nasıl barışı yeşerteceğiz? Önce, tek taraflı olarak silahların bırakılması gerekmez mi?
Maalesef, Kürt meselesi, yanlış politikalar yüzünden bizim yumuşak karnımız haline geldi; güvenlik tedbirlerinin yanı sıra, vatana aidiyet duygusunu güçlendirecek psikolojik bir ortam hazırlanmalı. Tabiböyle bir ortam, dağa taşa "Ne mutlu Türküm diyene" yazmakla sağlanamaz.
Ayrıca, teröristle mücadele etmek üzere, askerliğini yapan erleri değil, profesyonel timleri sahaya sürmeliyiz. Deneyimli teröristlere ana kuzusu erlerin kurban olmasına hepimiz gözyaşı döküyoruz. Profesyonel özel tim uygulamasına geçersek, akan kanın yanı sıra göz yaşı da azalacaktır.
Madalyonun iki yüzü
Ekonomide, madalyonun sadece bir yüzüne bakarak farklı izlenimler vermek mümkün. Dolayısıyla, "Bir de öbür tarafa bakalım" demeliyiz.
Meselâ ihracat, 100 milyar doları aştı... ama bu kadar ihracatı yapmak için 114 milyar dolarlık ara malı ithal ettik. Türkiye'nin ihracat kapasitesinin büyümesine sevinirken, daha ucuz olduğu gerekçesiyle
yerli girdiden vazgeçilmesinin yan sanayimize zarar verdiğinin de farkında olmalıyız. Ayrıca dolardaki değer kaybı, bu para birimiyle ifade edilen rakamların, olduğundan büyük görünmesine yol açıyor. Fert başına düşen milli gelir rakamları da, aynı sebepten dolayı, tıpkı ihracat gibi, gerçek artışa göre daha şişkin görünüyor. Elbette, YTL cinsinden de büyüyoruz, ihracat da gerçekten artıyor. Ama dolarla söyleyince, biraz daha hızlı büyümüşüz, ihracat biraz daha hızlı artmış izlenimi yaratılıyor.
Gelelim dış borca... Burada da rakamların sadece bir bölümünden söz ederek zihinleri yönlendirmek mümkün.
Türkiye'nin dış borcu, 2002'de 130 milyar dolardı, 2007'de 226 milyar dolara çıktı. Yalnız, bu iki rakamı mukayese ederek, "AK Parti Hükumeti dışardan borçlanıyor ve böylece suni bir refah yaratıyor" deyip insanları kandırabilirsiniz. Ama artan dış borç, kamuya değil, özel sektöre ait.
2002'den 2007' ye kadar, dış borç tam 96 milyar dolar arttı ; bu artışın 95 milyar doları özel sektörün borcu. Kamunun dış borcu bu süre zarfında, sadece 1 milyar dolar civarında büyüdü.
Bunun yanı sıra, dış borcun gayri safi milli hasılaya oranı da önemli. Bu oran %70'lerden %50'lere geriledi. Çünkü Türkiye, aynı süre zarfında, milli gelirinde önemli artışlar sağladı.
Ve son olarak: Dış borç, dolarla ifade edilince, tıpkı ihracat ve milli gelir gibi, olduğundan daha fazla görünüyor. Dış borç yekûnuna, kurun, 18 milyar dolarlık bir etkisi var.
Besle kargayı oysun gözünü
Emin Çölaşan neden işten atıldığını, kendisine göre açıklayan bir kitap yayınladı. Aydın Doğan'ın, hükûmetten bazı beklentileri olduğu için, Hürriyet'ten kovulduğunu ileri sürüyor. Oysa Doğan'ın, Çölaşan'dan uzun yıllardan beri kurtulmak istediğini iyi biliyorum. Ama, bugün yaptığı gibi, aleyhinde bir kampanya açacağını düşünmesi, elini kolunu bağlıyordu.
Benim bildiğim başka gerçekler de var: Aydın Doğan, 28 Şubat'ta askerlerin bile baskısını göğüsleyerek, yazarlarına sahip çıkmıştı. Aynı dönemde, Emin Çölaşan, köşesinde, sözde Şemdin Sakık'ın itiraflarına dayanarak, ama aslında, askerin kulağına fısıldadığı kasıtlı bilgiler doğrultusunda, Mehmet Ali Birand'ın ve Cengiz Çandar'ın PKK yandaşı olduğunu yazıyor, İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal'ı da suçluyordu. Birand işten atıldı, Akın Birdal suikaste uğradı.
Komuta heyetinin hazırladığı darbe planını deşifre eden ve dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Ora. Özden Örnek'in anılarından bazı bölümleri yayınlayan Nokta dergisinin kapatılmasına, Genel Yayın Müdürü Alper Görmüş'ün yargılanmasına da Çölaşan hiç sesini çıkarmamıştı. Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Öte yandan, Çölaşan, Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek'in çağrısına rağmen karısıyla birlikte mal varlığını açıklamamakta direniyor. Neredeyse, "Ele verir talkını, kendi yutar salkımı" diye düşünmeye başlayacağız.
Medya patronluğu ile işadamlığı at başı gittiği için Türkiye'de sıkıntı yaşandığı doğru. Ama Çölaşan hiçbir zaman bu konulara temas etmedi. Tekelleşmeye ve medyada sermaye yoğunlaşmasına karşı çıkmadı. Bugün de sadece benlik kavgası veriyor; fakat bunu bir demokrasi mücadelesine çevirmeye çalışıyor.
Kaynak: Sabah