Golan’daki çatışmalardan sonra İsrail, Esad (veya Filistin) dosyası üzerinde yeniden düşünüyor mu?

Suriye’deki olaylara şahit olan çoğu gözlemci nezdinde amaç ortadadır: Ölümlere son ver, demokrasiyi destekle ve - ortadan kaldırılmasını yahut tanınamaz derecede reformdan geçirilmesini ümit ederek - Esad rejimini değiştir. Aynı olayı izlemekte olan devlet aktörleri özellikle de Suriye’ye komşu olanlar farklı mülahazalar ileri süreceklerdir. İsrail’in bu kuzey komşusundaki halk ayaklanmasıyla – ve yıllar içerisinde Şam’daki Baas rejimiyle de - karmaşık bir ilişkisi var.

Karmaşıklık Pazar günü itibariyle yeni bir boyut kazandı. Suriye’deki halk ayaklanması İsrail’le ilgili olmadığı gibi İsrail’in tepkisi hassaten belirleyici de olmayacaktır. Ama gene de İsrail liderleri bölgedeki diğer liderler gibi değişmekten olan muhite göre kendilerini konumlandırmak zorunda kalacaklar ve bu, Suriye’nin seçeneklerini kısmen de olsa etkileyecektir.

5 Haziran Pazar günü  çoğu Filistin mültecisi ve onların torunları olan protestocular Naksa Günü ((1967 Savaşındaki Arap yenilgisi) dolayısıyla Suriye ve İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri arasında sınırı temsil eden İsrail-Suriye ayrım hattına yürüdüler. Haberlere göre İsrail kuvvetlerinin gerçek mermi kullanması sonucunda silahsız 22 Suriyeli-Filistinli gösterici öldürüldü. (İsrail mayınları patlamış ve kayıplara neden olmuş da olabilir. Olayların nasıl geliştiği sadece kabataslak bilinmektedir.) Pazar günü yaşanan bu olay pek çok bakımdan (Filistinlilerin 1948 felâketinin yıldönümü olarak andıkları) 15 Mayıs Nakba Günü törenlerinin yeniden icrasıdır.

Suriye’ye ulaşan bölgesel rejim karşıtı gösteri dalgasına İsrail’in başlangıçtaki tepkisi, güvenilir haberlere göre, “bildiğimiz şeytan” yaklaşımını gizli olarak desteklemek, ABD dâhil müttefiklerini Esad rejimine karşı sükûnete teşvik etmekti. Kulağa genel kanının aksineymiş gibi gelebilir bu zira İsrail, Suriye ile barışta değil, Esad rejimi İran’a yakın, Hamas liderliğine ev sahipliği yapmakta ve Hizbullah’ın silahlandırılmasında faal rol oynadığı düşünülüyor. Ancak İsrail’in bu şekilde mevzilenişinin bir izahını kavramak çok da zor değil.

İsrail-Suriye sınırı 1973 savaşından beri sessizdir. Direniş ekseninin bir üyesi olsa da, Esad Suriyesi İsrail’e askeri bakımdan meydan okumamıştır. Bölgesel veya uluslararası diplomaside İsrail’e meydan okuyacağı yumuşak gücü de neredeyse yok. Esadlar yönetimindeki Suriye, İsrail’le sıksık barış ortaklığı flörtüne girmiştir ve direniş ekseninin en evcilleştirilmiş üyesi sayılabilir.

En azından Pazar günkü olaylar yaşanana dek İsrail’in Suriye’deki devrime yönelik duruşu, Arap Baharına İsrail-Suud ortak tepkisinin simgelediği statüsko muhafazakârlığı olarak anılabilir. Hem İsrail hem de S. Arabistan, özellikle de ABD’nin Mübarek rejiminden “erken bir vakitte” vazgeçmesini eleştirmişlerdi. Esad, Mübarek’in aksine İsrail müttefiki değil (Suudilerin müttefiki de değil) fakat İsrail’in etkin yönetim stratejilerine sahip olduğu kadim rejimin bir parçasıdır.

Ayrıca İsrail, Şam’daki diğer seçeneklere âşık da değil. Esad rejiminin alternatiflerinden biri – Mısır’da şekillenmekte olana benzer bir biçimde İslamcıların da yönetim koalisyonunun bir parçası olduğu, yumuşak gücüyle diplomatik ağırlığı artmış demokratik bir Suriye – Filistinlilere ve (Golan Tepelerini işgali dâhil) bölgeye karşı kavgacı bir duruşu muhafaza etmeye niyetli bir İsrail için iştah kaçırıcıdır. Bir diğer alternatif – Suriye’nin kargaşanın hüküm sürdüğü bir mekâna dönmesi, Irak ve Lübnan’la birlikte fitne (mezhep çatışmaları) kuşağına dönmesi de çekici değildir.

Güç durumda, çaresiz ve itibarsız bir Esad rejiminin bekâsı, Benjamin Netanyahu’nun barış retçisi hükümeti nazarında topa vurulacak en etkili yerdir yani doğru neticedir.

Bu hesap, Pazar günü Golan’daki çatışmadan sonra İsrail için halen anlamlı mıdır? Naksa günü Golan Tepelerine yürüyüşü Esad rejiminin veya onun Filistinli hizipler arasındaki müttefiklerinin teşvik ettiği hatta himaye ettiği söyleniyor. Göstericiler işgal altındaki Filistinlilerle dayanışmalarını ifade etmeye ve ailelerine ait eski evlerde mülkiyet talep etmeye zorlanmaları veya bu amaç için onlara rüşvet verilmesi gerekmez ancak şurası kesin ki İsrail’e komşu diğer ülkelerde olanın aksine, Suriye yönetimi yürüyüşçülerin İsrail sınırına varmalarını engellemedi. Lübnan hükümeti hatta Hizbullah, sınırda 15 Mayıs’ın tekrarından sakınmak için müdahale etti ve olayı Filistinli mülteci cemaatlerin bir günlük genel grev düzenlemeleriyle sınırlandırdı. Mısır ve Ürdün’deki yetkililer kendi anma törenlerini Mayıs ortalarında yaptılar ama sınırda değil; Gazze’deki Hamas yetkilileri ise bu kez İsrail’e doğru yürüyüşü engelleme hususunda daha iddialıydılar.

Beşşar Esad dış dünyaya sinyal gönderiyor olabilir (terbiyem bozulursa veya artık ben olmazsam bunlar olur); dikkatleri kendi sorunlardan başka yöne kaydırmak istiyor olabilir (her ne kadar kazandıracak bir stratejiye hiç benzemiyorsa da); yahut kafasında başka bir şeyler vardır. Her halükarda İsrail, duruşunu yeniden değerlendiriyor olacaktır.

Golan sınırında devam eden protestolar İsrail’in askeri kuvvetlerini yeniden mevzilendirmesini ve kuzey sınırını tahkim etmesini gerektirecektir. Suriye içinde düzenli olarak yapılacak protestoların gerek komşu ülkelerde gerekse işgal altındaki topraklarda hatta İsrail içinde bile benzer olguyu teşvik etmesinden de endişe edilecektir.

Ancak bunun bir de öbür yüzü var. Suriyeli Filistinlilerin (Esad rejiminin şiddetli baskı uyguladığı bir zamanda belki de bu baskının hizmetinde) düzenledikleri protestoların oluşturduğu şartlar, başka yerlerde halk hareketliliğinin cesaretini kırabilir yahut ona zarar verebilir. Suriye bağlamı, İsrail’in kendi hareketleri için de kalkan olarak işe yaradı. İsrail onca silahsız sivili öldürmüş olmasına rağmen doğru dürüst bahis konusu olmadı. İsrail askeri analistlerinden Ofer Şelah Maariv’de şöyle yazdı: Söz konusu olan dünyanın tepkisi olduğunda, Esad İsrail’in bir numaralı adamıdır. Esad kendi halkını katlederken, hiç kimse çıkıp da uluslararası sınırı zorla geçmeye çalışan düzinelerce göstericiyi öldürdüğünde İsrail ordusunu keskin bir şekilde eleştirmeyecektir.”

İsrail, Suriye’deki gelişmeleri hangi prizmadan izlemesi gerektiğine karar vermek durumunda artık. Şimdiye değin kullandığı ana prizma geleneksel güçler dengesi ve İsrail’in bölgesel rejim vasıflarının tipolojisi içerisinden yaptığı tercihlerdi. Bu tipoloji kısa bir süre öncesine kadar üç kategoriden oluşuyordu: Birincisi, ABD’nin desteklediği ve İsrail’in genel gündemine ayak uyduran (bazı hallerde İsrail’le resmi olarak barışta olan) gayri-demokratik rejimler; ikincisi, ABD ve İsrail’e muhalefet eden, yumuşak gücü sınırlı olan ama askeri dert açma kapasitesine de sahip gayri-demokratik rejimler; üçüncüsü, iç huzursuzluk ve yönetim kargaşası yaşayan rejimler.

Türkiye bu denkleme yeni bir prototip getirdi – bağımsız dış politika izleyen, yumuşak güç yetenekleri olan, tüm bölgesel ve uluslararası aktörlerle ilişkilerini koruma anlamında bağlantısız bir demokrasi.

Eski modeller içerisinden birincisi İsrail için en uygun olanıdır şüphesiz. İkinci ve üçüncüler ise yeri geldikçe soru işaretlerine yol açsalar da sürekli bir meydan okumayı temsil etmiş değillerdir. Filistinlilerle ve bölgeyle ilişkilerini yeniden yapılandırmaya gönülsüz bir İsrail kendisini en çok da yeni, daha demokratik ve diplomatik bakımdan daha iddialı modelden huzursuzluk duyarken buluyor – şimdi Mısır da bu yönelime girmiş görünüyor. Bu nokta-i nazardan bakınca, İsrail doğmakta olan Türk/Mısır şıkkı yerine Suriye’de statüskoyu veya kargaşayı tercih edecektir.

Ancak İsrail’in hamlelerini hesaplayabileceği başka bir mercek var – yani silahsız Filistin mücadelesini hızlandıracak veya ona hız kaybettirecek olanların en önemlisi nedir sorusu. Uyumlu, azimli ve disiplinli bir şekilde ortaya çıkması halinde, bunun İsrail’in mevcut politikalarının devamına yönelik en büyük tehdit olması muhtemeldir. Tony Karon’un geçen ay Time dergisinde kaydettiği üzere “İsrail güvenlik yetkilileri kitlesel silahsız sivil itaatsizliği, roket ateşinden veya intihar bombacılarından daha tehlikeli bulmaktadırlar çünkü gayri-askeri meydan okumalara askeri tepkiler verilmesi, İsrail’in diplomatik ve siyasi itibarını zayıflatmaktadır.” İsrail-Filistin cephesinde gelecek aylardaki joker, herhangi bir BM oylamasından ziyade bu olacaktır.

Başarısız pek çok teşebbüsten sonra açıktır ki ikili müzakere formülünde oluşturulan asimetri, müzakerelerin Filistin’e özgürlük getirme yeteneğini köreltiyor. Bir BM oylaması da bunu başarmayacaktır. Bilakis Filistinliler için bir miktar kaldıraç gücü üretebilir ve geçmişin can çekişen stratejilerinden kesin bir kopuşa damgasını vurabilir.

Bir BM oylaması, Filistin’de potansiyel bir silahsız halk ayaklanması üzerinde neredeyse hiçbir etkiye sahip olmayabilir. BM oylaması olsa da olmasa da ve oylama sonuçlarına bakmaksızın Filistin’deki hüsran devam edecek zira İsrail, herhangi bir BM kararına uygun olarak askeri mevzilerini değiştirmeyecektir. Kilit alan, işgal altındaki topraklarda olup bitenlerdir ama yanı sıra komşu ülkelerde ve İsrail içindeki destekleyici halk hareketleri de etkili olacaktır.

Bir dizi etken, dengeyi değiştirebilir. Örneğin: a) Filistinliler mağlubiyet hissinin ve 1987-91 (büyük ölçüde silahsız) I. İntifada’nın ve de (daha şiddetli olan) 2000-2003 II. İntifada’nın ardından gelen ezici darbelerin üstesinden nereye kadar gelebilirler; b) En büyük siyasi hiziplerin (Hamas ve el Fetih) liderliği bu nevi bir halk hareketliliğini teşvik mi eder yoksa engeller mi?; c) Filistin Otoritesi’nin projeleri ve istihdam alanları dâhil, Filistin’in bağış ve yardımla yürüyen ekonomik büyümesi Filistin’deki huzursuzluğu emecek kadar güçlü bir sünger olacak mı?; d) Filistin sivil toplumu, iç meydan okumalar ve İsrail’in kışkırtmaları, hareket özgürlüğüne getirdiği kısıtlamalar karşısında etkili ve disiplinli şiddet dışı stratejiler geliştirecek mi?

Netanyahu, İsrail’in kendisi ile bölge arasında hem fiziki hem de ideolojik yüksek bariyerler dikerek çevresindeki değişimden korunabileceği bahsini iki kat artırdı. O bariyerler Pazar günü Golan Tepelerinde ihlal edildi. Netanyahu gidişatı değiştirmezse, ki bunu yapmaktan aciz görünüyor, o halde İsrail’in kısa tarihindeki en dolaylı ve en yanlış kumarı oynuyor olabilir.

Yazar hakkında: Middle East Channel editörü. New America Foundation üyesi.

Kaynak: Foreign Policy

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı