Dönemimizin en çok tartışılan bir olgusu olarak birarada yaşamanın incelikleri ve icapları, bir tarafın gerçekte eşit şartlarda bir arada yaşamaya o kadar da gönüllü olmaması durumunda karşısındaki "gizli ajandaya sahip olmakla" suçlamasıyla, bazen ucu açık bitimsiz bir sınav sahnesi ifadesi kazanıyor.
Şimdilerde Avrupa'da Tarık Ramazan'ın maruz kaldığı bir suçlama, sözünü ettiğim. Ramazan Avrupa'nın neredeyse en ünlü Müslüman siması. Onunla Mazlum-Der'in 2006'da İstanbul'da düzenlediği bir sempozyumda tanışmıştım. "Avrupalı kime derler?" sorusuna verilecek cevaba Ramazan'ı da yerleştirmenin yine de tek taraflı bir çabayla mümkün olacağı izlenimini edinmiştim, konuşmalarını dinlerken.
Ramazan'ın söylemlerinin eksenini, Müslümanların diğer toplumlarla birarada yaşayabilmesinin imkân ve şartlarını ifadelendirmek oluşturuyor. Çok açık seçik fikirler de beyan etseniz, iki yanlı olarak suçlamalara maruz kalmanıza yol açabilecek bir eksen bu. Ramazan'ı kimi müslümanlar İslam'ı Avrupalılara şirin göstermeye çalışmakla suçluyorlar. Avrupa'da doğmuş bir müslüman o, fakat Hasan el-Benna'nın da torunu. Bu nedenle kimi Avrupalılar da onun müslüman toplumlarda etkili olmuş bir liderin torunu olduğunu hiç unutmuyor ve gizli bir gündeme sahip olduğunu öne sürüyorlar.
Başlangıçta Avrupalı meslektaşlarına söyleşme ölçülerine uyan bir müslüman aydın olarak görünüyor Ramazan. Fakat onunla söyleşmelerin mantıki sonucu, Avrupa'nın Müslüman nüfusunun asliliği konusunda bir fikir birliğine götürmeli tarafları. Söyleşme imkânı da zaten bu noktada problemli hale geliyor. Avrupa'da müslümanlar ancak misafir olabilir, üç kuşak boyunca zoraki kabul görmüş misafir. Dolayısıyla Ramazan söyleşme kriterlerine uygun bir aydın da olsa muhatap kabul edilmesi için gerekli tahammül yok meslektaşlarında. Avrupa'ya yayın yapan bir İran televizyonunda program sunması onu sevimsizleştiriyor, programın içeriği ne olursa olsun. İran televizyonu için program yapması, Ramazan'ın bir gizli ajandaya sahip olduğunu gösteren açık kanıt olarak gösteriliyor. Gelgelelim, Ramazan'ı bir İran kanalında program yapmakla suçlayanların, benzeri şekilde gündeme gelen pek çok katılımı ve faaliyeti özgürlükler bağlamında değerlendirdiğini de biz biliyoruz.
Batılı odaklar İran'ı da nükleer enerji konusunda gizli bir ajandaya sahip olmakla suçluyorlar, bunu kanıtlayamadıkları ve İran böyle bir gündemi olmadığını defalarca açıkladığı halde.
"Gizli bir ajandaya sahip olma" suçlaması Türkiye siyasetinde de sıklıkla gündeme geliyor. Deniz Baykal AK Parti'yi Ergenekon örgütlenmelerine dönük operasyonlar konusunda olsun, "Kürt açılımı" konusunda olsun gizli bir ajandaya sahip olmakla suçluyor. Bazen AK Partililer ve Tayyip Erdoğan, eski yol arkadaşları tarafından da gizli bir ajandaya sahip olmakla suçlanıyor.
Kim kimin benliğini sonuna kadar kazıma hakkını bulabilir kendinde? Benliğinin derinliklerinde kısmen kendine de kapalı olan hazneyi ne hakla açmanı isterler... İslam dininin bu konudaki bakışı, fiillere göredir. Kimse taşıdığı derin düşünceler varsayımlara kaynak gösterilerek suçlanamaz.
"Yok, sen göründüğün gibi değilsin, olduğun gibi görünmüyorsun bana!" şeklindeki suçlama, eşler arasında da olur. Kişinin benliğini kazımaya dönük talep, bir temellük iddiası içeriyor. Suçlanan kişiyi bir muhatap olarak görmekte zorlanan hegomonik bir bünyenin haberini veriyor.
Avrupa'da müslüman bir kişiliğin gizli ajandaya sahip olmakla suçlanması, onun İslam'la ilgili önyargı birikimini açığa vuran bir özne olmasıyla da ilgili. Ramazan o çok tartışılan "Avrupa İslam'ı" konusunda büyük ölçüde sorumlu açıklamalarıyla, Avrupalı kimliğin özcülük huyunu açığa çıkarıyor.
Ramazan'ın şahsında müslümanların dünya görüşleri ve hayat tarzlarına dönük suçlamalar, Yunan mitolojisindeki Prokrustes'i hatırlatıyor bana. Prokrustes düzenlediği baskınlarda yakaladığı yolcuların boylarını yataklarına uydurmak için kollarını ve bacaklarını kıran ya da çekerek uzatan bir hayduttur.
Onu istemediğini çok açık bir dille bildiremediğinde kırk dereden su getirmenin bir adı da "gizli ajanda" bulundurma iddiası. Çünkü onu eşiti olarak kavramakta zorlanıyor. "Bir insan nasıl hem müslüman hem de Avrupalı olabilir?" Ramazan asıl bu soruya bir cevap sunabilmeye yakınlaştığı düşünüldüğü için suçlu. Söyledikleri ya da yaptıklarına değil, söylemedikleri ya da yapmadıklarına yoğunlaşan dikkatin nedeni de, varlığıyla bir cevaba dönüştüğü kanaati olmalı. İşte, amacına ulaşan yoldaki engelleri aşmış, Kaf Dağı'nın arkasındaki mağaralarda yaşayan canavarı bile etkisiz hale getirmiş; ama yetmiyor. Avrupa'da doğduğu ve bir Avrupa ülkesinde yaşamayı, ana-ata yurdunda yaşamaya yeğlediği halde, bir türlü sahici Avrupalı olamıyor, tıpkı binlerce müslüman kökenli Avrupa vatandaşı gibi. Ne söylerse söylesin, ne eylerse eylesin, onun varlığı asıl söylemediği sözlerinde, sergilemediği eylemlerinde aranıyor.
Kendini kıracak, dökecek, uzuvlarının birer birer koparılmasını izin verecek, bütün hayati unsurlarıyla birlikte, elden ayaktan düşecek, ama asıl beynini ve ruhunu yitirecek ki "Avrupalı müslüman" sayılabilsin.