Büyük Arap ekseni, Arap ülkelerinde esmeye başlayan bahar rüzgarından çok önce, ılımlı bir eksen olarak gözükürken, Gazze’deki İsrail siyonizmine de kayda değer ciddi pozisyonlara sahipti. Şu an bölgede yaşanan gelişmeler ise, bir diğer eksen olan ve “direniş ekseni” olarak bilinen eksenin mevcut durumdaki pozisyonuyla ilgili birçok soruyu da beraberinde getirdi. Gerçekte, ilki, Hamas’a ve Gazze’deki diğer direniş örgütlerine karşı şaşırtıcı bir biçimde ön yargıya sahipti. Batı ve İsrail medyasında bu önyargının getirdiği zihin yapısıyla yazılan onlarca rapor ve beyannameler insanı dehşete düşürüyordu. O kadar ki, adı geçen eksen için artık İsrail’e, Amerika’dan bile daha yakın olduğu yorumları yapılmaya başlanmıştı.
Peki ikincisi, yani “direniş ekseni” ne anlam ifade ediyor? Savaştan yaklaşık bir ay sonra gelen geçici ateşkese kadar, hiç kimse geç gelen bir açıklama dışında bir şey duymadı. Bazılarına göre, bu suskunluğun arkasında bir bekleyiş var. Bekleyişin adı, Hamas’ın kırılması. Yani, aslında “ Hamas bizim bir parçamız iken hep kazanıyordu, ama bizden ayrılıp diğerine bağlanmaya başlayınca yenilmeye de başladı!” ifadesini kullanmak için direniş ekseninin suskunluğunu bu zamana kadar muhafaza etti.
Ancak Hamas’ın ve diğer örgütlerin Gazze’deki muhteşem direnişi, direniş ekseninin pozisyonunu değiştirmesini ve söylemlerinde u dönüşü yapmasını zorunlu kaldı. İlk olarak, Savaşın başlamasından iki hafta sonra Hasan Nasrallah, Halid Meşal’i telefonla aradı. Daha sonra İranlı yetkililerden peş peşe telefonlar geldi. En güçlü açıklama da Devrim Muhafızları komutanı Kasım Süleyman’dan geldi. İran dosyasının dış merkezini elinde tutan adam olan kasımı, Hamas’ın silahsızlandırılmasına asla izin vermeyeceklerini ve Hamas’la birlikte diğer direniş güçlerini abluka altına alan ülkeleri Allaha şikayet etti. Burada ismi verilmeyen ülkeler tabi ki Mısır ve onu destekleyen ülkelerdi.
İki yıldır Hamas’ı ve ondan öncesinde de Müslüman Kardeşleri şeytanlaştırmaya çalışan Beşar Esad ise, Gazze direnişiyle ilgili tek bir kelime bile etmedi. Akıl sahibi hiç kimse sözü edilen eksenlerin varlığını, geçmişteki yapılarını ve büyük orandaki siyasi hesaplarını inkar etmez. Zaten hiçbir Suriyeli, kendilerine baskı ve şiddet uygulayan bir rejimin diğer taraftan çok iyi olmasını beklemiyordu. Ancak Arap baharından sonra siyasi arena öyle bir değişti ki bölgenin tüm evrakları birbirinin içine girdi denilebilir.
Hamas, Suriye’den çıkarken, silahlarını bir omuzdan diğer bir omuza yüklemeyi düşünerek çıkmadı. Veya direniş ekseninin iki yıl boyunca yayınladığı yüzlerce makale ve sızdırdığı bilgilerde vurguladığı gibi direnişi de bırakmadı. Hamas’ın Suriye’yi terk etmesinin tek nedeni, Esad rejiminin ülkede işlemeye başladığı katliamlara karşı aldığı sert ve keskin tutumu oldu. Yani rejimin çıkarları Hamas’ın ilkeleriyle uyum sağlamamaya başladı.
Üzerinde durulması gereken bir diğer konu, diğer Arap halkları gibi Suriye halkının da özgürlük taleplerine Esadı’n cevap şekli. Herkes ülkedeki terör şiddetinin Esad rejiminin ürünü olduğunun bilimcinde. Bunun arkasında ise, barışçıl eylemlerle yola çıkan Suriye devrimcilerinin dünyanın gözü önünde terörist imaja büründürmek. Halbuki Hamaney, Suriye’ye ulaşmadan önce halk hareketlerini “İslami uyanış” olarak vasıflandırmış, Esad da memnuniyetle karşılamıştı. Direniş ekseninin mantığı bu noktadan sonra biraz daha çözülüyor.
Hamas liderleri Suriye’den ayrıldı. Ancak eskiden ılımlı eksen olarak bilinen ekseni oluşturan başkentlerin hiç birine de gitmediler. - İran ittifakı, daha önce katarı direniş ekseninin merkezi olarak tanımlıyordu. Çünkü Katarın eski Emirinin Esad’la ve Hizbullah’la özel bir ilişkisi vardı.- Hamas’ın, Mursi idaresindeki yeni Mısırla ise yalnızca devrimin rahminden doğan bir ülke olmasından dolayı iyi bir ilişkisi vardı. Eğer Mısır devriminden sonra başka liderler söz sahibi olsaydı Hamas’ın pozisyonu da doğal olarak farklı mecralara kayardı. Bu nedenle ılımlı eksenle ilişkisi donuk hatta belki de kötü denilecek bir seviyede ilerliyordu. Türkiye’ye gelince, onunla da tıpkı İran ve Beşar Esadla olduğu gibi kayda değer bir ilişkisi vardı.
Tüm bunları hatırlatmak istememin tek sebebi, insanların Hamas’a karşı söylemlerindeki saçmalığın boyutuna işaret etmek. Hareketi, yalan eksenin dahil olmakla suçlayanlar, Mısır’da Mursi’den sonraki yönetimin Haması’n da bir parçası olduğu iddia edilen Müslüman Kardeşlere karşı başlattığı savaşı da sessizce izleyenlerden başkası değil.
Hamas’ın, Suriye konusundaki tavrına İran, çeşitli alanlardaki desteğini keserek ve yardımları durdurarak cevap verdi. Ancak Hamas hiçbir şekilde buna teslim olmadı ve kendisini güçlendirmek için daha çok çaba sarf etmeye başladı. Gücünü sağlamlaştırmak için Kendi silahını üretmeye ve başka ülkelerden – özellikle de Libya’dan- silahlar kaçırmaya başladı. Yani bu seferki savaşta kullanılan füzeler, İran desteğinin çekilmesinden sonra üretilen füzeler oldu. Bununla birlikte 2012 deki savaşta ve öncesinde İran’ın büyük desteği olduğu gerçeğini de göz ardı etmemek gerekir.
Bu satırlar geçici ateşkesin öncesinde yazıldı. Yeni bir çatışma olacağı ihtimali ise kaçınılmaz. O zaman şöyle bir merak uyanmıştı. Acaba direniş ekseninden Hamas’a destek vermesi beklenebilir mi? Cevap basit: Yağmur yağdırmak istiyorsan önce bulut olmalısın.
Hamas ve Gazze’nin diğer direniş güçleri, askeri ve siyasi dengesizlikler gölgesinde şiddetli bir savaşın ortasında mücadele veriyor. İran ve Hizbullah ise Irak ve Suriye’yle meşgul. Hiç kimse bölgeden sağlam çıkmayıncaya kadar da meşguliyetleri daha da uzayacak gibi görünüyor. Hatta, diğerleri bunun için uğraşırken, Hizbullah Lübnan’ın güneyinden roket atılmasına izin bile vermedi. Onun rolü, iki gün üst üste eylemi yapan ve Lübnan askeri tarafından tutuklananların serbest bırakılması şeklinde oldu.
Bazıları bu noktada, İsrail ile bir şekilde bir araya gelen rejimler ile diğerleri arasında mukayeseler yapabilir. Ancak bunların hiç biri menfaatine yarayacak bile olsa İran ittifakına hizmet etmez. Bu ancak, daha sonra açıkça görülecek olan her türlü siyasi restore çalışmalarına yardım edecektir.
Her zaman söylediğimiz ve söylenmeye devam edeceğimiz bir şey var. O da, İran’ın devrimden bu yana Esad’ın yanında olmasının, tarihinde aldığı en kötü karar olduğu. İran’ın tavrı, Arap baharına veya en azından geçici de olsa halkların emellerine en ufacık bir zarar vermedi, ancak mezhep fitnesinin büyümesine, uluslar arası arenada yalnızlaşmasına ve tüm milletlerin ödeyeceği ağır bir bedel olarak hiç kimsenin sağlam çıkamayacağı bir kan denizinin yaratılmasına yol açtı.
İran, prensiplere ve yukarılarda tuttuğu Hüseyin’in bayrağına karşı ilkeli davranabilirdi. Ancak bunun tam tersini yapmayı tercih etti ve arkasında da Şii halkın desteğini topladı. Bu, büyük yankılara yol açan stratejik ve tehlikeli bir hatadan başka bir şey değil. Bu tehlikeyi salgılayan virüs ise gücünü kibirden alıyor. Bölgenin uzlaşıya kavuşması ve şeytan halkasından çıkması artık kaçınılmaz. Ancak her şeyden önce İranı’n kendi kapasitesini kabul etmesi gerekiyor.
Kaynak: Yasir Zeateri / El Cezire
Dünya Bülteni için çeviren: Tuba yıldız