Birçok meselede kendi bölgesel çıkarını insanî değerlerin üstünde tutmaktan çekinmeyen İsrail, aslında haftalar öncesinden planlamış olduğu Gazze'ye yönelik "Dökme Kurşun" adını verdiği imha operasyonunun fitilini ateşleyerek bir kez daha büyük bir drama imza atmıştır.

Yaşanan bu trajediye karşı tepki göstermekte gecikmeyen Erdoğan, söz konusu saldırılara son verilmesini sağlamak maksadıyla dünden itibaren Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün ve Suriye'yi kapsayan Ortadoğu turuna çıkarak Gazze'ye yönelik en somut çözüm arayışına imza atmış bulunmaktadır.

Bu gezi gerek Arap ve gerekse İslam dünyasının yanı sıra Batı tarafından da büyük bir ilgi ve takdirle karşılanmakta. Pek çok ülkenin soruna uzak durmayı tercih ettiği bir dönemde Türkiye'nin risk alarak böylesi bir girişimde bulunması ülkemizin bölgesel prestij ve gücünün artmasını beraberinde getirerek sorunun çözümü yönünde de umut vaat edici bir gelişme teşkil etmektedir. Bununla birlikte gezinin gerçekleştiği dönemin şartları, söz konusu temasların önemini daha da artırmıştır. Nitekim:

Arap Birliği'nde önemli bir yer tutan Filistin dramını sona erdirme yönünde Teşkilatı'na ciddi bir tepki koyamayıp, bağlayıcı bir karar alamadığı;

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin söz konusu dramın sona ermesi konusunda cılız bir basın açıklamasıyla yetindiği,

Dünyanın tek süper gücü ABD'nin sessiz kaldığı, Türkiye'de yerel seçimlerin yaklaştığı ve dahası İran ve Irak dosyalarının tartışıldığı bir dönemde hükümetimizin böyle bir girişime imza atmış olması takdire şayandır.

Türkiye'nin inisiyatifi geçtiğimiz günlerde Ankara'ya gelen Mısır Dışişleri Bakanı Ahmed Ebul Geyt'in ülkemizin daha önce gerçekleştirmiş olduğu başarılı arabuluculuk girişimlerinin bir yenisini Gazze'de tekrarlamasını talep etmesi, hükümetin bu konudaki hamlesine bölge ülkelerinin destek olduğunu göstermesi açısından büyük önem taşımaktadır. Bu çerçevede Başbakan'ın öncelikli hedefi, gezi programına almış olduğu dört ülkenin somut desteğini arkasına alarak Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve İslam Konferansı başta olmak üzere uluslararası toplumu ivedi bir biçimde harekete geçirmektir.

Her ne kadar gezi programında bölgenin önde gelen bu dört ülkesi bulunmaktaysa da özellikle gezinin Şam ayağında Hamas lideri Halid Meşal ile doğrudan veya dolaylı olarak görüşmelerde bulunularak 2005'ten beri Filistin içinde devam etmekte olan kardeş kavgasına son verilmesi de beklentiler arasında yer almaktadır. Bu açıdan başarıya ulaşmak anlamında ülkemiz öncelikli olarak bölgenin ılımlı ve Türkiye'ye yakın politikalar izleyen ülkeleri tercih etmiş olmakla birlikte söz konusu ziyaret büyük bir çözüm girişiminin parçası olarak değerlendirilmeli, gezi kapsamında yer almayan ülkelerin ve güçlerin sorundan dışlandığı sonucu çıkarılmamalıdır. Dolayısıyla bu çabaların ikinci halkasının özellikle İran'ı da kapsayan bir ikinci tur şeklinde gündeme gelmesi uzak bir ihtimal değildir. Zira ateşe benzin dökecek açıklamalardan kaçınmak hususunda özellikle Tahran nezdinde girişimlerde bulunularak sorunun muhatabı olan bölgesel güçlerin ortak hareket etmesini sağlamak hükümetimizin öncelikleri arasında yer almaktadır.

Başbakan'ın söz konusu geziye İsrail'i dâhil etmemesi özellikle Ankara'da Golan'a yönelik barış konuşulurken ve bu konuda birtakım sözler alınırken Tel Aviv'de savaş talimatını veren Olmert'in ülkemizin güvenini zedelemek pahasına böylesi bir operasyondan geri durmaması ülkemizin bu tavrında önemli etken olmuştur. Fakat her şeye rağmen, İsrail'in sorun ile birlikte çözümün de bir parçası olduğunun bilincinde olan hükümetimiz, yakın işbirliği içerisinde olduğu bu ülkeyi tümden gözden çıkaracak da değildir.

Bölgeyi bir kez daha ateşe atan İsrail, bölgesel hassasiyetleri dikkate almadan devreye soktuğu bu acımasız operasyona bir an evvel son vermek zorundadır. Özellikle yakın ilişkiler içerisinde olduğu Türkiye'nin sert tepkisi karşısında ülkemizi kaybetmek istemeyecek olan Tel Aviv yönetimi, bu yanlıştan dönmek zorundadır.

Her şeye rağmen gerçek anlamda bir çözümün sağlanması için meselenin diğer sorumlusu Hamas'ın ateşkese son verilmesi hususunda aceleci davranmasının ve İsrail'i kışkırtan roket saldırılarının getirdiği sakıncaların ulaşacağı boyut konusunda ikna edilmesi şarttır.

Sonuç itibarıyla, Osmanlı İmparatorluğu'ndan kalan geçmişimizin verdiği sorumluluk bilinci ile bölgede diyalog köprülerinin kurulması idealinden vazgeçmeyen Türkiye, bu kez Başbakan Tayyip Erdoğan'ın başlatmış olduğu çözüm hamlesiyle Gazze'deki kıyıma son verilmesi hususundaki tavrını net bir biçimde ortaya koymuş bulunmaktadır. Refah sınırının açılması konusundaki kamuoyu desteğine direnen Mısır başta olmak üzere birçok Arap ülkesinin yönetim ile halk arasında yaşanan bölünmüşlüğün ortasında sessizliğe gömüldüğü bir dönemde, Türkiye'nin hiç çekinmeden böyle bir denkleme müdahale etmesi, karşılığını Arap halkının sevgisi ve takdirinde bulacaktır.
 
PROF. DR. SAMİR SALHA -KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ

Kaynak: Zaman