Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy Fransa'nın, 1966'da, General de Gaulle'ün egemen iki askeri-siyasi blok karşısında dış politikada milli egemenlik ve bağımsızlık politikası geliştirdiği dönemde, ayrıldığı NATO bütünleşik askeri komutasına yeniden girmesine karar verdi.

Bugün uluslararası güç ilişkileri tümüyle farklı ve biz çok kutuplu bir dünyanın oluşumuna doğru hızla yaklaşıyoruz: [bu yeni koşullarda] Fransa kendine özgülüğünü sağlayan durumundan vazgeçecek mi?

Eski cumhurbaşkanı Jacques Chirac, daha 1995'de, iki şart öne sürmek kaydıyla Fransa ile NATO arasında yakınlaşma sürecinin başlatmıştı: ABD ile Avrupa arasında komuta mevkilerinin dengeli dağılımını, ve Avrupalı ortaklarımızın etkin bir Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası'nın (PESD) başlatılmasına katılımını sağlamak. Bu politika bir sonuca ulaşmadı ve bütünleşik komutaya yeniden katılma hedefi terk edildi. Yine de, o zamandan beri Fransa, Kosova ve Afganistan gibi örneklerde görüldüğü gibi, Atlantik Paktı'nın üst komutasının idaresine katılmaktadır. Fransa, önemli bir istisna oluşturan güvenlik planları komitesi hariç olmak üzere, neredeyse tüm danışma mercilerinin, nükleer planlar grubunun ve bütünleşik daimi askeri komutasının üyesidir.

Bu bağlam içinde Nicolas Sarkozy 3 argüman öne sürerek kararını verdi.

Sarkozy'e göre, ilk olarak, insani ve finansal angajmanının düzeyinin aşağısında kalan, Fransa'nın Atlantik Paktı'ndaki etkisini artırmak gerekmektedir. Oysa, güçlendirilmesinin gerektiği görüşünün anlaşılabilir olduğu, Fransa'nın ağırlığı, bütünleşik askeri komutadaki statüsünden çok daha fazla Fransa'nın kapasitesine ve askeri gücüne bağlıdır. Bunu, 1999'da Sırbistan'a karşı yapılan savaşta, Fransa'nın bütünleşik komutanın mensuplarından olan Almanya'ya nazaran operasyon tercihlerinde daha fazla etkili olması örneğinde açıkça gördük. Ayrıca, herhangi bir devletin sadece NATO'nun güvenlik planlaması sürecinde, bu düzenlemenin tümüyle Amerikan ordusu güçlerinin kullanımı öğretisine bağlı olmasından dolayı, ağırlığını koyabileceğini düşünmek bir hayalidir. Son olarak gerçek karar merkezinin, yüksek operasyon komutasının Avrupa'daki Amerikan Güçleri Komutanından başka bir askere geçmesi de neredeyse imkânsızdır. Bu noktada Obama yönetimi hiçbir değişiklik yapmayacaktır.

İkinci argüman olarak Avrupalı ortaklarımızın Avrupa Güvenliği'ni ilerletme taleplerini tatmin sözkonusudur. Oysa Avrupa ülkeleri aslında, adına layık bir güvenlik sistemi kurmada ağırkanlılık gösterdi, dış politika sorunları konusunda üye devletlerin farklı görüşleri nedeniyle bu girişim bloke edildi. Dolayısıyla güçlü bir sesle, Avrupa Güvenliği konusunda yapılacakların, Washington'da değil de Brüksel'de görüşülmesi gerektiğini yeniden belirtmeli. Bu bakış açısıyla yürütülen Fransa'nın Avrupa Birliği başkanlığı, silahlanma programları kadar askeri projelerde de çok zayıf kaldı. Mesela Fransa bir planlama genelkurmaylığı ve daimi PESD komutanlığının oluşturulmasını sağlayamadı. Bu nedenle Fransa'nın NATO bütünleşik askeri komutasına geri dönüşü diğer Avrupa ülkeleri tarafından Avrupa güvenliği konusunda azalan bir ilgi işareti olarak algılanabilir, hatta Fransa'nın itibarını kalıcı olarak düşürebilir. Böyle bir duurm sözkonusu olduğunda, hedefin tam aksi gerçekleşmiş olacaktır! Fransa'nın vazgeçtiği bir durumda, birçokları için NATO'ya mensubiyet [Avrupa çapında bir] askeri işbirliği girişimine destek vermeme bahanesi olduğu Avrupa ülkeleri nasıl ikna edilecek.

Nihayet 3. argümana göre, bütünleşik komutaya yeniden entegre olma, Fransa için Atlantik aşırı yakınlaşmanın diyeti olacak ve Fransa'nın ABD ile ilişkilerini normalleştirilmesini sağlayacaktır. Tümüyle askeri bir bakış açısıyla bakıldığında bunun hiçbir önemi bulunmamaktadır çünkü Fransa NATO'nun himayesinde bir dış operasyona katıldığında, subayları doğal olarak komuta zincirine entegre de olmaktadır. Siyasi olarak ise tam aksine çok daha sorunlu bir durum ortaya çıkaracaktır çünkü bu durum NATO komutasına entegre olacak Fransız askeri güçlerinin a priori kullanılabilirliği anlamına gelecektir. Zaten Fransa için, özellikle de şimdiye dek uğursuz "medeniyetler çatışması" anlayışından etkilenen Amerikan doktrini tarafından haklı haksız düşman olarak nitelenen uluslararası kamuoyunda yeni güçler karşısında bu kendi özgülüğün terk edilmesi amacına aykırı sonuçlar verecektir. Böylece eğer Amerikalılar Avrupalılardan gitgide daha fazla daha da fazla güç isterse, Afganistan, askeri çözümün tek mümkün olan çözüm olduğu yanılgısı sürdüğü müdettçe, şu operasyon oyunu içinden çıkılmasının güç olduğu bir bataklığa dönecektir. Zaten Nicolas Sarkozy aldığı kararlara hiçbir zaman gerçekten müdahale edemediği Amerika'nın talebiyle ek Fransız askeri birlikleri göndermeyi kabul etti. Bu üzerinde düşünülmeyi hak eden bir örnektir. Fransa'nın kendine özgü konumu Washington karşısında karar vermede özerklik ve bir Avrupa güvenlik birliği kurma konusundaki iradesini kanıtlamasını sağlıyordu. Bütünleşik Komuta'ya entegrasyon bu değerli özelliklerini kaybettirme riski yaşatmaktadır. Bir Soğuk Savaş bağlamında oluşturulan NATO bugün, her şeyden önce, varoluş nedenini, misyonlarını, eylem sahalarının yeniden tanımlamak zorundadır. ABD'nin vizyonu Avrupa ülkelerininkinden özellikle de Fransa'nınkinden çok farklıdır. NATO bir askeri örgüttür, ABD güdümündeki bir nevi BM'e dönüşmemelidir. NATO güvenlik ve savunma konularında Avrupa Birliği'ni ikamede ondan daha az bir meşruiyete sahiptir. Mesela AB ile Rusya arasındaki ilişki bir NATO ile Rusya arasındaki ilişkiye indirgenmemelidir. Avrupalılar kendi çıkarlarını savunmalılar ve kendilerini doğrudan ilgilendirmeyen Rus-Amerikan rekabetine bulaşmayı kabul etmemeliler.

Hayır, Nicolas Sarkozy'nin kararı kendini haklı çıkaramıyor, savunduğu argümanlar da aslinda pek de inandırıcı değil. Ele alınması gereken sorun, esas olarak, 21. yüzyılın şafağında uluslararası ilişkilerde daha iyi bir akışkanlığı sağlamaya muktedir çok taraflı araçlar ve tertibatlar konusunda düşünmektir.

Uluslararası ve Stratejik İlişkiler Enstitüsü (IRIS) Paris Müdür Yardımcısı