Türkiye çok sağlıklı bir süreçten geçiyor; normal bir ülkede çoktan konuşulmuş olması gereken konular ancak şimdi konuşulduğu, ancak şimdi bir çözüm arayışına girildiği için kimilerine söz konusu süreç anormal gözükebilir ama, benim kanaatim yegâne anormallik gecikilmiş olmasında.  
  
Hiç konuşulmayan konuların başlarında askeriye, din, milli eğitim ideolojisi (sınav sistemleri, sınıf geçme değil) ve dış politika gelir idi; bugün tüm bu bir zamanların tabularının yavaş yavaş tartışma alanına girdiği bir dönemi yaşıyoruz ve muhtemelen şaşkınlığın da nedeni bu ama, bu duruma alışmak zorundayız.

Askeriye, din, milli eğitim ideolojisi ve dış politika konuları arasında yine de en az konuşulan galiba dış politika meselesi; bir zamanlar dış politikanın partilerüstü bir konu olduğu safsatası yayılır ve iktidara kim gelirse gelsin dış politikanın pek rota değiştirmeyeceği söylenirdi ama bu rotayı zamanında kimin, hangi hedefe yönelik tayin ettiği meselesi pek gündeme gelmezdi.

Bu tuhaf durum, kanımca 2003 ve 2004 senelerinde Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Kıbrıs ve Denktaş'a yönelik politika değişikliği ile kırıldı ve kanımca çok da isabetli oldu; ama anlaşılan bu demokratik tavrı benim bulduğum kadar isabetli bulmayanlar da oldu, zira basından edindiğimiz bilgiler Ayışığı ve Sarıkız meselelerinin altında, özünde Kıbrıs meselesinin yattığı izlenimini uyandırıyor.

Dış politikada yakın tarihimizde yani geçtiğimiz otuz sene içinde yaşanan çok önemli olaylar var, bu süreçte alınan, aldırılan bazı kararlar günümüzü çok yakından belirledi, belirlemeyi sürdürüyor ama bu konular gerektirdiği özen ve ilgiyi bir türlü toplayamıyorlar; bu konuların başında da mutlaka Yunanistan'ın NATO'nun askerî kanadına büyük vatan evladı Kenan Paşa'nın izniyle ama daha ağırlıklı olarak bir ABD Generali Rogers'ın telkiniyle (?) dönmesi meselesi var ama, bugün dahi bu konuyu detaylı bir biçimde üstelik Kenan Paşa'nın sağlığında konuşamıyoruz.

Ancak, bu meselenin gerektirdiği boyutlarda konuşulamıyor olması meselenin önemini ve AB sürecimize yaptığı yıkıcı etkiyi azaltmıyor; zira Türkiye, büyük vatan evladı Evren'in ABD'li generale yaptığı bu jest nedeniyle dış politikada en büyük kozunu yitiriyor; bu mesele çok detaylı konuşulabilse eminim 12 Eylül darbesinin gerçek nedenlerini, aynı günün sabahında bir solcunun, akşamında da bir ülkücünün aynı tabancayla öldürülmesinin tuhaflığını da daha iyi algılayacağız.

* * *

Türkiye parti kapatma davası ve Ergenekon meseleleriyle çok yakından haklı olarak ilgilenir iken Sarkozy'nin cumhurbaşkanı olduğu Fransa'da ilginç gelişmeler oluyor; bu ilginç gelişmelerin iki tanesi bizi, Türkiye'yi çok yakından ilgilendiriyor. Bu iki çok önemli konudan birincisi Sarkozy'nin, Fransa'nın Türkiye'nin AB üyeliği konusunda aldığı pozisyon (geçtiğimiz gün referandum koşulu gevşetildi), ikincisi ise Sarkozy'nin Fransız ordusunu reforme etme isteği.

Sarkozy bir yandan referandum koşulunu yumuşatıyor ama aynı zamanda başta "Ekonomik ve parasal birlik" dosyası olmak üzere tam üyeliği doğrudan etkileyecek dosyaların açılmasını engelliyor, öte yandan da savunma politikasının merkezine Fransa'nın NATO'nun askerî kanadına dönmesini yerleştiriyor; Fransız Anayasası'nın dış politika ve savunma konularında Cumhurbaşkanı'nı adeta tek yetkili kıldığını ve son anayasa değişikliği ile bu konumun daha da güçlendirildiğini de bu arada hatırlatalım.

Bu kısa gazete yorum yazısında Fransa'nın NATO'nun askerî kanadına dönme isteğinin Fransa için ne anlama geldiğini tartışmamız olanaksız, zaten bu konu benim de müktesebatımı aşacak ölçüde askerî-teknik bir konu, temennim Türk Genelkurmay'ı içinde, Ayışığı, Sarıkız ya da cumhurbaşkanının kim olacağı konusundan ziyade bu konunun konuşuluyor olmasıdır, zira bu konu yukarıda belirttiğim gibi üst düzey askerî-teknik bilgi birikimi gerektiren bir konu ve bu birikim olsa olsa Genelkurmay'da olabilir; önümüzdeki süreçte Türkiye'nin yanlış dış politika adımları atmaması için Fransa'nın NATO'nun askerî kanadına dönüşünün Fransa'ya getirilerinin, bütçe ve güvenlik getirilerinin ne olduğu tarafımızdan çok iyi bilinmeli.

Fransa'nın NATO'nun askerî kanadına dönüşü meselesi, Kuzey Atlantik Konseyi'nde "mutabakat" ile verilecek bir karar; metinlerde oybirliği sözcüğü yerine mutabakat sözcüğünün tercih edilmiş olması kanımca sıradan bir tercih değil, bu tür kararların sıradan oylamalara konu olmayacağı anlamına geliyor ama yine de bir mutabakat arayışı söz konusu ise Türkiye'nin bu durumu çok ama çok iyi değerlendirmesi gerekiyor.

Dış politika teamülleri ve ülkemizin gelenekleri dış politikada şantajlara kapalı olmalıdır, şantaj her alanda olduğu gibi dış politikada da yanlış ve ters sonuçlar üretmeye aday bir konudur ama şantaj yapmamak demek bazı konularda iyi pazarlık yapmamak anlamına da gelmemelidir.

Dış politika, iktisatçılar üretmiş olmasa dahi iktisatçıların bugün çok daha yoğun kullandığı "oyun teorisi" çok tipik bir uygulama alanı haline gelmiştir ve emin olunuz Fransızlar bu konulara en az bizim hâkim olduğumuz kadar hakimdirler; Sarkozy'nin referandum koşulunu anayasal olarak gevşetmiş olması, bazı çok önemli müzakere dosyalarını, mesela "Ekonomik ve parasal birlik" dosyasını yedeklemiş olması belki de Kuzey Atlantik Konseyi'nde oluşacak mutabakat için tuttuğu yedek kozlar olabilir ve benim temennim de bu konuların, şayet AB tam üyelik meselesini ciddiye alıyor isek, bizim tarafımızdan da gerektirdiği ciddiyet ölçüsünde ele alınması.

Fransa'nın NATO'nun askerî kanadına dönüşünün muhtemelen güvenlik boyutu bizi de pozitif olarak etkileyecektir ama Türkiye'nin müzakere dosyalarını eksiksiz tamamlaması da yine bizim için Fransa'nın NATO'nun askerî kanadına dönüşü kadar hayatidir.

Sarkozy'nin referandum koşulunu anayasal olarak gevşetmiş olması, bazı çok önemli müzakere dosyalarını yedeklemiş olması belki de NATO'da oluşacak mutabakat için tuttuğu kozlar olabilir ve benim temennim de bu konuların, şayet AB tam üyelik meselesini ciddiye alıyor isek, bizim tarafımızdan da gerektirdiği ciddiyet ölçüsünde ele alınması.
 

Kaynak: Zaman