Haftalar önce Munise Hanım, Dünyabizim okurları için bir belgesel listesi hazırlamamı rica etti. Öyleyse bana müsaade et ve zaman ver dedim. Bu zaman zarfında da izlemediğim ne varsa izledim, izledikçe de not ettim. İyi bir tarama oldu bu, izlemediğim birçok şeyi de izleme fırsatı buldum. Yerli ve yabancı birçok belgeseli taradım. Ne mi oldu, öyle kayda değer bir belgesel envanterimizin olmadığını gördüm. Yerli olarak neredeyse hiç yok da evrensel anlamda az da olsa güzel örnekler bulabildim. Belgesel sinemadan söz ediyorum elbette. Klasik, bildiğimiz belgeseller değil kastım. Her ne kadar listede bu tarz belgesellerin sayısı daha fazla olsa da bu, belgesel sinema örneklerinin azlığından kaynaklanıyor. Yok! Burada sadece Honeyland ve Fuocoammare adlı yapımları, kısmen de Nanook Of The North adlı belgeseli bu kategoride değerlendirmek mümkün. Diğer yapımların tümü neredeyse belge film niteliğinde. Ülkemizde belgesel sinemacılığının gelişmesi için neler yapabiliriz? Samimiyetle çalışan birileri var elbette, her zaman da oldu. Ama belgesel sinema konusunda ne yazık ki dünyada ses getirmiş bir ürünümüz henüz yok. Bu eksikliği bir kenara not etmekte fayda görüyorum.
Değerlendirmeye ait birkaç şey daha ifade ederek sizi bu hepinizin bildiği “şahane” yapımlarla başbaşa bırakmak istiyorum. Tabi ki bunlar dünyanın en iyi filmleri değil. Sadece benim tavsiyelerim.

Her şeyin kusursuzca bir araya geldiğini düşünebilirsiniz. Harika çekimler, kurgu, muhteşem müzikler, düzgün bir metin, renk, ışık veya mekân… Hatta konuyu da iyi seçmiş olabilirsiniz. Bu yine de her şeyin yolunda olduğunu göstermez. Yani teknik bileşenlerin eksiksiz bir araya geldiği her film ne yazık ki “başarılı film” sayılmayabilir. Filmi önemli kılan şey sahibinin bakış açısı, akıl ve ruh dünyasının birleşimiyle önümüze koyduğu her neyse odur. Bir ana fikir… Duygu veya düşünce… Evet, ama onu size nasıl anlattığıyla ilgili bir şey bu. Her şey bir hikâye… Ama içinden alınacaklar var. Biliyorsunuz herkes güzel hikâye anlatamaz. Her neyse… Filmin sahibi, hikâyenin anlatıcısı yönetmen olduğuna göre o ne anlatıyor, ne arıyorsa bizim de arayacağımız, bulacağımız aslında odur. Hadi başlayalım.

1. NANOOK OF THE NORTH (KUZEYLİ NANOOK) 1922, ABD

İlk filmimiz ta 1922’den gelsin. Sinema veya drama adına neredeyse yok denecek kadar az şeyin bulunduğu yıllar. Amerikalı yönetmen Robert Joseph Flaherty’nin, Doğu Kanada’nın Hudson Körfezi’nde yaşayan bir Eskimo ailesinin yaşamına tanıklık ettiği; Nanook Of The North. (Kuzeyli Nanook) Yapım, sessiz sinema yıllarına dayanıyor. Özelde Nanook ve ailesinin, genelde de Eskimoların günlük yaşamları hiç katıksız kameranın gördüğü şekliyle yansıtılıyor. Ev yapma, avlanma gibi hayatta kalma çabalarının yanı sıra aile olmanın evrenselliğini Eskimoların onlara göre sıradan yaşamlarında, çocuklarıyla ilişkilerinde ve oyunlarında görebiliyoruz.

Bu sıra dışı insanların neredeyse hiç ateş yakmadan hayatta kalabiliyor olmalarını ve elbiselerini çıkararak buzdan evleri içindeki hayvan kürklerine sarılıp uyumalarını, yaşamlarına dair tanıklık ettiğim en ilginç alışkanlıklar arasında sayabilirim. Filmin çekimlerinde zamanın şartlarına göre harikulade bir çaba olduğunu söylemek mümkün. Acaba sinema tarihinde adamakıllı kurgulanmış ilk uzun drama sayılabilir mi? Youtube’da müzikli bir versiyonunu bulup izleme şansınız var.

2. HONEYLAND (BAL ÜLKESİ) 2019, KUZEY MAKEDONYA

Daha çok yeni, çiçeği burnunda bir belgesel. Aslında belgesel demek yetmez. İyi bir köy filmi. 2020 yılı Oscar’ına hem en iyi yabancı film hem de en iyi belgesel dallarında aday olmuş başarılı bir yapıt. Hatice, terkedilmiş ıssız bir Arnavut köyünde yaşlı annesiyle kendi halinde bir hayat sürmekte ve geçimini yabani arıcılıkla sağlamaktadır. Arılarla sıkı bir iletişim kurar. Onlarla olan iletişimi ve dostluğunun temeli tamamen eşit bir paylaşıma dayalıdır. Bir kayanın içinde, virane bir evin duvarları arasında ya da bir ağaç kovuğunda bulduğu balın yarısını arıların beslenmesi için bırakır, diğer yarısını da kendisi alır. Balın büyük kısmını Üsküp’te satarak evin geçimini sağlar. Ta ki köye hayvancılık için gelen Hüseyin ve ailesinin daha çok bal üretip satma hırsı Hatice’nin arılarını söndürene kadar.

Yönetmen, bilinçli bir tercih yaparak plan devamlılığını zaman zaman gözardı ederek çalışmış olmasına rağmen filmin bir gerçek mi yoksa kurgu mu olduğunu ayırmak çok zor. Sapsarı renkler, sade köy yaşamı içinde Hatice’nin annesi ve çevresiyle kurduğu sıcak ilişkiyi yansıtıyor. Sinematorafisi çok güçlü bir film. Altyazıya veya çeviriye ihtiyaç duymadan izleyebilirsiniz. Yerel de olsa konuşulan dil Türkçe.

3. GERİDE KALAN MERMANAT, 2015, TÜRKİYE

Honeyland kadar olmasa da bizim de yalnızlık öykülerimiz var. Fakat yerli belgesel seçmekte insan birçok nedenden dolayı zorlanıyor. Bizdeki örnekler daha çok televizyonlar için üretilmiş ya da maddi nedenlerle veya işi bir an önce yetiştirme kaygısıyla aceleye getirilmiş işlerden öteye gidemiyor ne yazık ki. Buna hikâye üretememe ve özgün olamama gibi nedenleri de eklediğimizde geriye pek bir şey kalmıyor. Bir hikâye anlatma sorunumuz var, bu kesin.

Benim yerli seçkim Zeynep Keçeciler’e ait Geride Kalan Mermanat oldu. Rize’nin Pazar ilçesinin Mermanat köyünde yaşlı Nokta Hala ve torunlarının hikâyesine odaklanan belgesel, bize yaşamın içinden anlamlı bir kesit sunabilmeyi başarıyor. Görsel bütünlüğüyle de iyi bir sinematografi sunan belgesel, içten ve duru bir anlatımla izlenir olmayı başarıyor. TRT İç Yapımlar bünyesinde hazırlanmış.

4. WHO KİLLED MALCOLM X (MALCOLM X’İ KİM ÖLDÜRDÜ) 2019, ABD

Bugüne kadar bildiklerinizi unutturacak muhteşem bir belgesel serisinden söz edeceğim. Daha çok yeni, 2019 yapımı… Elijah Muhammed, Malcolm X ve Amerika’daki Müslüman cemaat hakkında bugüne kadar yapılmış en kapsamlı belgesel olarak mutlaka izlemenizi önereceğim. Who Killed Malcolm X, Türkçesi; Malcolm X’i Kim Öldürdü? Malcolm X cinayetini çözmeye çalışan altı bölümlük bu seri belgesel, 1960-65 Amerika’sındaki ırkçı yaklaşımları, Müslüman cemaati, FBI’ın Malcolm X cinayetinin gerçek katillerinin saklanması konusunda ortaya koyduğu ayak oyunlarını anlatıyor. Her şeyden ziyade Malcolm X’in Müslüman kişiliğini ve inancına sadakatini daha net bir şekilde anlamamızı sağlıyor. FBI’ın cemaatin içine sızarak Malcolm X’le hocası Elijah Muhammed’in ilişkilerini koparması, Elijah Muhammed ve cemaatinin Malcolm X’i gözden çıkarması, gerçek katillerin açıkça korunması ve masum adamların hapiste yatmalarına göz yumulması, cinayetin nasıl bir tezgahla işlenmiş olduğunu da ispatlıyor. Malcolm X’in öldürülmesi olayının üzerindeki sır perdesini aralamak için uzun yıllarını veren Amerikalı Müslüman Gazeteci Abdurrahman Muhammed’in izini sürdüğü olaylar zinciri akıllara durgunluk verecek cinsten.

Bugüne kadar izlediğim en iyi suç belgeseli olduğunu söyleyebilirim. Girift ama öylesine akıcı bir anlatıma sahip ki altı bölümü bir çırpıda izleyebilirsiniz. Yönetmenler, sizi olayların içine dahil ediyor ve hikayeyi tam bir gerçeklikle kurgulamayı başarıyor. Amerika’da siyah olmanın trajedisinin çarpıcı bir şekilde işlendiği belgesel, Amerikan adaletinin en azından bir dönem siyahlar için bir değer ifade etmediğini anlamamıza yardımcı oluyor. Bugün bile henüz olayın mağdurları ve Malcolm X ailesi adına adalet tesis edilmiş değil. Ve onların ne FBI’a ne de Amerikan adaletine bugün de güvenleri yok.
Düzeltme Notu: FBI raporlarındaki, Kur’an-ı Kerim’e atfedilen çelişkili ifadeleri tabi ki onaylamıyoruz. “Hz. Musa rabbiyle görüşmeye gittiğinde geride kalanlar buzağıya tapmaya başladı ve Hz. Musa dönünce onları öldürttü.” ifadesi doğru değildir. Doğrusu; bu halden tövbe edenlerin Allah tarafından bağışlanmış olmasıdır.

5. HOME (YUVA) 2009, FRANSA
Her karesinde ilahi düzenin kusursuzluğuna tanıklık etmemizi sağlayan harika bir belgesel. Yuva, içinde yaşadığımız evrenin aslında bize Allah’ın bir emaneti ve onu koruyup kollamanın insanın omuzlarına yüklenmiş bir görev olduğunu en açık biçimde ifade ediyor. “Giderek hızlanıyoruz ve hiçbir şeyi değiştirmeye niyetimiz yok” Dünya nüfusunun yüzde yirmisi kaynakların yüzde seksenini kullanıyor ve ne yazık ki 1 milyar insan aç yaşıyor. Bir araştırma yapmadım ama Bugün aradan 11 yıl geçmesine rağmen bu istatistiğin daha da derinleştiğini sanıyorum. Bu kaynakları eşit bir şekilde bölüşebildiğimizde dünyayı mükemmelleştirebiliriz ama insanoğlunun açgözlülüğü ve hırsları buna izin vermiyor.

Tamamen hava çekimlerinden oluşan belgesel bu haz ve hız dünyasının ritmine de böylece ayak uydurmuş oluyor. Metin, bize nimet olarak verilen kaynaklarımızı nasıl hoyratça harcadığımızın her defasında altını çiziyor. Haiti’nin kömür madenciliğine dayanan gerçek yüzü, Madagaskar’ın erozyona yenik düşen toprakları ve dünyanın en ıssız adası durumundaki Paskalya Adası sakinlerinin hayatta kalmak uğruna tüm doğal kaynaklarını yok ederek ellerindeki her şeyi kaybetmiş olmaları hiç kuşku yok ki insanoğlunun kendi elleriyle hazırladığı dramatik sona tanıklık etmemizi sağlıyor. New York’un ışıklı gecelerinden Nijerya’nın yoksul çamurlu gettolarına uzanan bu yolculuğu müthiş müzikler eşliğinde izleyebilirsiniz.

6. FAHRENHEİT 9/11, ABD, 2004

Şimdi de size cesur bir adamın yaptığı bir işten söz edeceğim. Hepiniz adını bir şekilde duymuşsunuzdur. Amerikalı gazeteci, yapımcı ve yönetmen Michael Moore. Onun adını ölümsüzleştiren belgeseli Fahrenheit 9/11’i böyle bir listeye mutlaka almalıyım diye düşündüm. Çünkü bu belgesel 2004’lerde ilk yayınlandığında çok ses getirmişti. Ve uzun yıllar yankısı devam etti. 9/11 yani 11 Eylül 2001. Amerika’nın Ortadoğu’yu işgal planlarının başlangıç tarihi. Bu tarih, Dünya Ticaret Merkezi ikiz kulelerinin saldırıya uğradığı günü ifade ediyor.

Michael Moore, baba ve oğul Bushların Suudi şirketleriyle olan gizli ilişkilerini, Bin Ladin ve Ladin ailesiyle birlikte Suudilerin 11 Eylül öncesi ve sonrası nasıl korunduklarını gün yüzüne çıkarıyor. Bush ve adamlarının dünyayı ve Amerikalıları medya yoluyla kandırarak Irak’ı yerle bir etmelerinin gerçek hikâyesini anlatıyor. İşgal ve savaş olur da işin içinde acı ve dram olmaz mı? İşin bu tarafı da hem Iraklılar hem de Amerikalı asker ailelerinin gözünden yansıtılıyor. Körfez savaşı ve Irak’ın işgal edilip parçalanması, Amerika tarihine yazılmış en kara sayfalardan biri olarak Michael Moore’un bu başarılı belgeseliyle de tescil edilmiş oluyor.

7. FUOCOAMMARE (DENİZDEKİ ATEŞ) 2016, İTALYA

Hepimiz Akdeniz’in sularında sona eren hayatları haber bültenlerinden duymuşuzdur. Onlarca insanın batan bir teknede hayatını kaybetmesi kulaklarımızın aşina olduğu sıradan bir konu gibi gelmiştir bize zamanla. Özellikle Suriye savaşı boyunca yoğun bir şekilde devam eden mülteci göçlerine, hayatta kalmak adına son bir çare olarak denize açılmak zorunda kalmış bu insancıkların trajedisine hep duyarsız değil miyiz? İtalyan yönetmen Gianfranco Rosi bu soruna duyarsız kalmıyor.

Fuocoammare, İtalya’nın Lampedusa Adası açıklarına sağ salim olmasa da ulaşabilmiş az sayıdaki göçmeni konu edinirken bir yandan da bu sakin yoksul balıkçı kasabasındaki sade ve sıradan yaşamı ele alıyor. Yönetmen Rosi, balıkçı bir ailenin on yaşlarındaki küçük erkek çocukları Samuel’in gözünden insanoğlunun silah tutkusuna da eleştirel bir bakış getiriyor. Eşzamanlı verilen bu birbiriyle sebep sonuç ilişkili iki konu, hikâyeye asıl özgünlüğünü kazandırıyor. Belgesel, yalın ve duru anlatımıyla göç ve mülteci sorunuyla hepimizi ve özellikle de bütün Avrupalıları yüzleştiriyor. 2016 yapımı bu belgesel, Berlinale’de en iyi film ödülünü de alıyor. Berlin Uluslararası Film Festivali tarihinde, en iyi film olarak Altın Ayı ödülüne layık görülen tek belgesel film olarak da kayıtlara geçiyor.

8. THE MİNİMALİSM, 2016, ABD

Bu kez size hayatınızı kolaylaştırmayı vadeden bir yapımdan söz edeceğim. Minimalism. Önemli şeyler hakkında bir belgesel. Daha azla daha bilinçli yaşamayı bize anlatıyor. Aslında hepimiz daha iyi bir hayatın nasıl olacağını aramıyor muyuz? Kendimiz ve ailemiz için hep daha iyisini arıyoruz. Fakat daha iyinin ne olduğunu biliyor muyuz? Amaçsız ve karmaşık hayatlarını düzene sokmak için arayışa giren Amerikalı iki adamın sade, basit ama kaliteli bir hayat sürme çabası içinde olmaları oldukça takdire değer. Dünyadaki tüketim ve alışveriş çılgınlığına artık bir son vermenin zamanı gelmiştir bence de.

Filmde minimalizm şöyle tanımlanıyor; “Gezegenimize ve ekosistemimize karşı sorumlu bir rüya. Gereksiz ve ihtiyacımız olmayan eşyalarla vedalaşabiliriz ve kendimize fazlalıklarımızdan arınmış bir dünya kurabiliriz.” Filmin ana fikri şu cümleyle özetlenebilir; “İnsanları sevin ve eşyaları kullanın. Çünkü tam tersi asla işe yaramaz.” Bu belgeseli ilk defa izlediğimde ben de bir minimalist olmaya karar vermiştim. Şimdi bu kararımı uygulamak için daha fazla çaba gösteriyorum. Çünkü bilinçli ve farkında olmaya şimdi her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Doğrusu yüce yaratıcı da bize bir ayetinde yolcu gibi yaşamayı tavsiye ediyor. Hatta Hz. Peygamber’in de bu manada bir tavsiyesi olduğunu biliyoruz.

9. MORGAN FREEMAN İLE İNANCIN HİKÂYESİ, 2016, ABD

Dünyaca ünlü Amerikalı aktör Morgan Freeman’ın “Yolculuğun nerede başladığını bilmek benim kim olduğum hakkında bilgi verecek” sözleriyle başlayan seri, aktörün, inancın köklerini arayışını anlatıyor. Morgan Freeman, Aden Bahçesi’nin yani yeryüzündeki ilk inananların izini sürerek başladığı yolculuğu esnasında; yaratılış nasıl başladı, evrenin başlangıcı nereye dayanıyor, bilim ve din bir arada olabilir mi, mucizeler var mı, kötülük neden var, gibi soruların cevabını arıyor. Belgeselin ilk bölümünde insanlığın ilk atalarını arayan usta oyuncunun yolu Türkiye’ye, Göbeklitepe’ye de düşüyo

National Geographic yapımı bu seri belgesel, Morgan Freeman’ın aslında yaratıcıyı arayışının bir hikayesi. Ben bu hikaye ile birlikte Morgan Freeman’ın harika oyunculuğunu da birlikte izlemiş oldum. Bu belgesel; yeryüzündeki semavi veya diğer bütün inançların iyi bir hayat ve iyi bir insan tasavvuru ortaya koymak için çabaladıkları; dua, ibadet, gelenek ve ritüelleriyle bütün dinlerin ortak bir kökenden geldiği gerçeğini oldukça ikna edici bir biçimde aktarıyor. “Farklı inançlarımız birlikte yaşamamıza engel değil. Neye inanırsak inanalım, bir şeyi paylaşabiliriz. Hiç değilse burada olduğumuz için hayret ve minnet duyabiliriz.” Bu belgeseli izlediğimde zaten inanmış olduğum şu yargılara vardım; Zamanın ve kâinatın sahibi, insanın aklıyla, ne şekilde ve nasıl yaratıldığını kavrayamadığı bir yaratıcımız var. Ölümden sonra da bir hayat var. Bir sonuca olan inancımız, bizim iyi bir insan olarak mı yoksa kötü bir insan olarak mı varlığımızı sürdüreceğimizin belirleyicisi. Sonuç olarak kabul ettiğimiz şey; Cennet ve Cehennem. İyiliği seçmek zorundayız. Peygamberler insanlığa uyarıcı olarak gelmiş olsalar da dünyayı kötülükten arındırmak her insanın kendi görevidir. Bu belgeselin her bir bölümünü izleyerek yeni ufuklar kazanacağınızdan hiç kuşkum yok.

10. YÜZLER VE ADIMLAR, 2019, TÜRKİYE

Bu listeyi 10’a tamamlamak için bir hayli uğraştım. Bir şey seçmek, onu tavsiye etmek gerçekten zormuş. Kayda geçirme eylemi sorumluluk gerektiriyor. Kendi ilgi dünyamla birlikte Dünyabizim’i takip edenlerin de beklentilerini gözetmeye çalıştım. Kimlikli bir liste oluştu sonunda. Doğaseverler için tabiatla ilgili de bir film eklemeyi düşündüm ama hangisini nereye koyacağımı kestiremedim. Belki Yuva (Home) bu boşluğu doldurabilir. Şimdi zor bir karar vererek kendi yaptığım bir belgeselle listeyi tamamlamak zorunda kalıyorum. Bu belki, tavsiye edenin neden belgesel tavsiye ettiğini anlamanıza da yardımcı olacaktır.

Yüzler ve Adımlar; insanlığın kadim geleneklerinden, yüce yaratıcının, tevhidi insanlığa öğretmek için tasarladığı ve içerisine çokça ilahi hikmeti de sakladığı hac ibadetini anlatıyor. Bu büyük coşkuya dünya halklarının gözünden tanıklık ediyor ve kadim ibadetin izlerini İslam’ın doğduğu topraklarda sürüyor. Yukarıda da sözünü ettiğimiz üzere, dünyayı kötülükten arındıracağız ama bunu kalplerimizi arındırmadan yapabilir miyiz? Hayır. Öyleyse hac, kalplerimizi arındırmamıza nasıl yardımcı oluyor? İyi bir insan olmamızın önündeki engelleri bütünüyle kaldırabiliyor mu? Birbirimize ve kardeşlerimize karşı duyduğumuz önyargıları yıkmamızı sağlıyor mu? İşte insanca ve birlikte bir yaşam için doksan dakika içinde aradığımız şey buydu.


“Yaşamın en ince dalı sanattır. Sanatla kalın.”

Salih Özderya
Kaynak: dünyabizim

Editör Hakkında