Bölgemiz alev altında, sürekli yenilenen dengeler, kırılmalar ve yeni oluşumlarla belirsizliği ilham ederken durumdan yeteri kadar etkilenmediğimiz görülüyor. Özellikle çatışma dışındaki bölgelerde her şey normalmiş gibi sürüyor.

İnsanlar isteklerinden, zevklerinden ve alışkanlıklarından geri kalmamak adına, başlarını rahatlarını kaçıracak yöne çevirmiyorlar. Modern insana has bir tutum olsa gerek, sorunun izole edilmesi. Güncel tartışmalar, geleceğe ait öngörüleri ve tahlilleri bir tarafa bırakan medya elinde, tarafgirlik gözlüğüyle ele alınıyor. Reytingin tarafgirlik ve ses yükseltme ile olan ilgisi abartılı atışları ekranlardan eksik etmiyor.

Oysa ateş farklı kesimleri aynı oranda kucaklamakta mahirdir. Ortada bir ülke varsa, ayrım gözetmeksizin, yeterli etkiyle karşılaşmak kaçınılmaz. Kırk yıl öncesine dönüp radyo yayınlarının ağırlaştırılması, tartışmalı her olaya karşı, hüzün duruşuna geçilmesinden söz etmek değil maksat. Kaldı ki, öyle bir kültürel yarılma aşamasına geldik ki, birinin yas dediği diğerine düğün çağrışımı yapıyor.

“İnadına” vurgusuyla başlayan her türlü başlığın hastalıklı olduğu, tatmin duygusunu içinde barındırdığı aşikar. Reaksiyonel algı ve tavır öyle bir aşamaya geldi ki, “bizim elimizde olmayan ülke işgale uğrasın” anlayışı, sıradan beyan mesabesine girdi.

Ortak alan, ülke insanına has görünmez bağlar dahi makaslandı. Çatışma kültürü damarlardaki öfkeyi kabarttıkça, beyin fikir yerine kurgu üretir hale geldi. “Fikir namusu” diye bir mihenk çağrışımı vardı eskiden. Sözün, yanlış da olsa samimi ve herkesin faydasına üretilmesini kast ederdi. Şimdilerde nasıl özleniyor bu söz. Giden güzel insanlar gibi, demek güzel sözler de aramızdan çekiliyor, yaşama hakkı bulamıyor.

Günümüzde fikir yerini öfkeye bırakalı çok oldu.

Siyasi çehrelerin kullandıkları dil, çölleşmenin başını çekmeleri, ilginç ve aynı zamanda sorumsuz bir durum olarak karşımıza çıkıyor.

Her başarısızlıkta başarılı olanın suçunu aramak, öz eleştiriden itina ile kaçınmak, olaylar karşısında bulanık tavır içinde kalmak, halkın gözünden kaçan bir durum değil. Hala kimi siyaset anlayışları halkı küçümsüyor. Beyanları ile davranışları arasındaki kaçağı tespit ederek değerlendiren milleti, idrakten yoksun sayarken de ironik bir durumda kalıyorlar.

Geçmişte dış politika bir ülke meselesiydi. Ortak tavır alınır, eleştiriler ülke hassasiyetleri göz önüne alınarak serdedilirdi.

Yetmiş dört yılındaki Kıbrıs çıkartmasının bugün yapılacak olduğunu düşünecek olursak, kimlerin hangi safta yer alacağı konusu karmaşık bir tablo oluşturur. O gün sorumluluk sahibi vasat içerisinde çıkarma yapıldı ve toplu katliamlar durdurulabildi... Nereden nereye gelmişiz ve bu halin kime faydası var? Üçüncü dünya düzenlemesine açık hale gelmek, biz ve benzeri ülkeleri, bir tarafıyla celladına aşık duruma getirmekle mümkün hale geliyor.

Kutsadıkları sandık yoluyla kendini ispat edemeyen çevrelerin hazımsızlığı, gözükara davranışları meşru gören bakışı ilkesizliği besliyor.

Siyasi rakiplerine karşı yurt dışı destek arama durumu ve aynı maksatla sivil toplum desteğinin oluşması, Gezi Parkı süreciyle ayan olan net bir resim. Aynı resim Ukrayna örneği dahil, pek çok ülkede aynı merkezler tarafından çok yönlü sponsorlukla karşılık bulması iletişim çağı ile izaha edilemez. Karşı tutumun en küçük kıpırtısını küresel güçlerin, güvenlik kaygısıyla, nasıl hukuk tanımadan bastırdıkları bilinen bir durum.

Haysiyetli muhalefetin bir ülke için önemi yadsınamaz. Ancak tutarlılık, hakkaniyet ve ölçülü olmak ve hepsinden öte zihne insaf filtresi takmak, asgari insani vasıflar arasında yer almalı.

Yapılanların tümünün yanlışlanması bir yana, ortak cephenin yamalı bohça olarak, hiçbir ortak zeminleri bulunmamasına rağmen, birlikte ve dış müdahaleye açık biçimde bir arada bulunabilmeleri izahtan vareste bir durumdur.

Hiçbir yazılı metin olmasa da, her ülke için, orada yaşayanların ortak kültürden ve varoluştan kalkarak bir önem kataloğu ortaya çıkar. Üzerinde her maddede mutabakat olmasa da herkesin yaşadığı ülkeyi önemsemesi onu savunmayı geçerli kılar. Üzerinde hüküm süren yapının ideal düzeye kavuşturulması adına bile, emperyalist güçlere karşı koruma mücadelesi, özgürlüğün imkanını elinde tutmaya denk bir tutum arz eder.

Hele kendini iman ehli görenler, her türlü güçle bileşkeye girmekten imtina etmeyen tıynete girme durumuna gelmişse, orada mesele dünya vasatını aşmış demektir. Yerli ve yabancı her türlü inkarcının insafını, düşmanlık duygusunu tanımlamak mümkün olmayabilir. Ancak müminler için söz, eylem ve niyet dünyada olup biten bir süreçten ibaret değildir.

Hangi niyetle, kim ne söylemiştir; kimi, neden desteklemiştir bahsi, hesap günü dehşetiyle ortaya çıkacak ve hesaplar dünyadaki illüzyona benzemeyen netlikle sahibini bulacaktır.

Fikir namusu, tartışma ahlakı yerini öfkenin gücüne bıraktığında orada üretimden değil; düşmanlıktan bahsedilebilir ancak.