İnsan menfaat ve ideal arasında inişli çıkışlı bir yolcu. Tabii ideal sahibi olmak, genel kitleleri ilgilendiren bir durum değil. Hayatın değişmez amacı arandığında, bunun müminler üzerinden gözlenmesi olağan olabilir.
Hz. Adem’den süregelen iman bahsiyle insanlar, hayatın anlamını aynı yere yazarlar. Kesilmeyen amaç, var olunan şartlarla orantılı olarak, öncelikli ve orta, uzun hedeflere kavuşur. Hayat ve ölümü gerçekçi bir kavrayışla hesaba dahil eden Müslüman duruşun kapsamı hiç değişmedi.
Hayat, ölüm ve ahiret bütünlüğü teorisine ait insan idrakinin yetmeyeceği aşikar. Ve insanın bu meyanda oluşturduğu varsayımların tümü güdük ve eksik kalmaya mahkum. Çünkü insan menfaatini gözeten bir varlık olarak, kendini sorumlu kılacak erdemleri bulmada, tespit etmede taraflı davranan bir varlık. Kaldı ki, ölümü tatmış değil. Ahiret bilgisine sahip olabilmesi mümkün değil.
İnsanın cahil oluşu kapasitesiyle tebarüz ediyor. Geleceğe dair, sadece varsayım üretebildiği halde, öngörülerini gerçek sanıp hazların talebi doğrultusunda iddia üretmesi onu hakkıyla cahil kılıyor.
Aklının ermediğini kabul edebildiğinde, haddini bilmenin eşiğine gelmiş oluyor ve bu aşamadan sonra elde edeceği bilgi, cehaletinin boyutlarını kavrama imkanı olarak yol gösterici bir mahiyet kazanıyor.
Nefsini bilen Rabbini bu yolla keşfedebiliyor ve teslimiyetini, ulaştığı bu bilinç aşamasından sonra gerçekleştiriyor. İnkarcı buna "dogma" diyor. Hiç sorun değil. Akla, hayale ve ihtimale sığmayan varoluşun kendinden, tesadüfen ortaya cıktığına gelin diyelim bilim. Bu ahvalde dogmayı özenle koruyup kollamak, önemli görev halini alır.
Teslimiyetle, insan bir ölçüye, üç boyutlu hayat kavrayışına kavuşur. Ölçü insanı sorumlu ve bilinçli bir varlık haline getirir. Sorumlulukta insan, neyi, niçin, neden yapacağını bilir ve varlığın sahibinin bahşettiği hayatın koordinatlarına, vahiy yoluyla sahip olur.
Yaratıcı'ya itaat, bütün acizlerden ve olabilecek bütün kölelik ilişkilerinden kurtulmak anlamına gelir.
Hayatın dikey ve yatay çalıştığı mümin tasavvurunda, boş bir alan, boşuna çaba söz konusu olamaz. Her an ve her iş, hesabı verilecek bir izdüşümle müminin karşısına tekrar yer alacak. Bu kavrayış, mümini ip üstünde yürüyen cambaz kadar dikkatli olmaya sevk eder. Hayatın genelden ayrıntıya bir bilinç düzleminde akıp gitmesi gerektiğinden, beslenen anlayış insan ilişkilerini daha bilinçli ve daha önemli hale getirir.
Erdem bu bahiste ele alınmayı gerekli kılar.
Hayat kurgusu içinde, insan insanla imtihan içindedir öncelikle. İlişkilerin kalitesi, aynı zamanda o toplumun erdemi hakkında bilgi edinmemizi sağlar. İnsanların birbirlerine ne kadar katlanabildikleri, bu aşamada önemli bir veri olarak karşımıza çıkar.
İnsanların, modern dönemde birbirlerine maskeler arkasından gülücük dağıttığı, ama en küçük menfaat için birbirlerini yok etmeye yöneldikleri düşünüldüğünde, ilişkilerde oluşacak doğal halin önemi de anlaşılmış olur.
Faziletler toplumsal ilişkilerde ortaya çıkar.
Bir başka deyişle, adaletle işleme girip salih amel anlamı kazanan bütün alış verişlerimiz bizi erdemli kılar.
Müslüman güzel düşünen ve güzel amel eden insandır.
Modern dönemde, parçalı zihin yapısında, düşünce ile eylem arasında kopukluk tutarsızlık olarak değerlendirilmiyor.
Ve sinsi tuzak, müminleri de içine çekmede zorluk çekmiyor.
Mümin, menfaatle ideal arasında küçük bir tereddüt etmeye kaltığında, dünya bütün cazibesini araya boca ediyor. Her inanç sahibini bekleyen bu tehlike, azar azar idealden uzaklaşmayı, menfaate yaklaşmayı sağlarken, bünyeyi çeşitli vesveselerle oyalamayı ustalıkla gerçekleştiriyor.
Netice vahim oluyor!
Sonuçta dünyanın sesi galebe çalıyor ve ortaya içi boşalmış, yürürlükteki piyasaya teslim olmuş bir tipoloji hasıl oluyor. Konuşmaları aynı, vurgusu değişmemiş olsa da, sözünün tesiri eylemleriyle azalmış, modern dünya mümini ortaya çıkmış oluyor.
Hepimiz belli oranlarla, o tipolojiye benziyoruz.
İdealle menfaat arasına gerili çan eğirisinin bir yerindeyiz.
Hangi tarafa yakın olduğumuzu anlamada tespit gücümüz kalmış mı?
Cemaat olmanın önemi de burada ortaya çıkar. Yıkıcı sele karşı, el ele tutuşarak karşı koymak mümkün olabilir ancak.
Zikirle fikrin bütünlüğü, modern dönemde, büyük çaba istemektedir. Aksi takdirde dünyevileşmede sağlanan tehlikeli bileşkeden farkımızı ortaya koymada büyük zorluk çekeriz. Dahası, farkımız eylemden uzak sözlerde saklı kalır.
Menfaatle ideal arasındaki gerilimin dengesini oluşturamayan toplumlarda devletlerin politikalarının daha acımasız oluşu da çağımızın acı gerçeği olarak ortaya çıkmış durumda.
Ümmet hassasiyeti, yerini ulus çıkarlı davranışlara bırakmış.
Bir asra yaklaşan, sorunlu bu yürüyüşten rücu etme çabaları da gözlenmiyor.
İsmler İslam’la müsemma olsa bile.