Size de oluyor mu bilmiyorum; son günlerde 'hayata bakarken' yoksa bu bir televizyon ekranı mı diye şüpheye kapılıyorum. Hayat sanatı mı taklit eder, yoksa sanat mı hayatı derken, Türkiye'de yaşamın kendisi ana haber bülteni gibi oldu.
Kumanda kimin elinde diye düşünüyor insan; kim, neye göre zaplıyor? O kadar önemli, o kadar hayati, o kadar travmatik, o kadar çok şey var ki, odaklanma problemi kaçınılmaz. Gerçeklik duygusunu yitiriyoruz, İngilizlerin too good to be true/ gerçek olmak için fazla iyi, dediklerinin tersi: Gerçek olmak için fazla kötü.
Kapatma davası, Ergenekon soruşturması derken iddianame ve delillerin depolandığı dev dosyalar-dalgalar, derken Deniz Feneri -asıl travma, olayın, onunla birinci dereceden ilgili olan asıl hedef kitlede hiçbir travmaya neden olmamasıdır- Altınova'daki sıradan bir kavganın Kürt-Türk kavgasına dönüşmesi, Dağlıca'dan sonra bir büyük 'karakolda avlanma' vak'ası, Aktütün!
Allah şehitlerin ailelerine her zamankinden daha çok sabır versin. Çünkü dün, kör bir inançla, 'vatan evladının görevi ölmektir' diyen komutanların kelamına Tur Dağı'ndan inen on emir muamelesi yapılırdı. Bugün öyle değil, o bilincin altı da üstü de yeter derecede pişti akıllı fırınlarda. Nitekim şehit aileleri artık konuşuyor: Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın katıldığı bir cenaze töreninde şehit Cahit Yıldırım'ın babası, zorsuna zorsuna, dilinin varmadığını da belirterek, edebiyle erkânıyla 'İhmal mi var acaba?' diyor. Dimağına bir şeyleri sorgulamanın emaresi düşmüş olan aileler için bu ölümler daha yakıcı artık. Teslimiyet huzur verir zira. Akıllara bir yoksunluğu; orada, sobanın başında durup ellerini ısıtması gereken oğulun yoksunluğunu, hiç durmadan düşürecek olan sorgulamalar/muhasebeler başladığında, acılar daha zor katlanılır olacaktır. Bu acıların daha zor katlanılabilir bir evreye evrilmesi, ordumuzu yakından ilgilendirmektedir.
Nurettin Amca'nın sorusuna gelince. Aynı karakolun otuzun üstünde baskın yediği rivayet ediliyor; ihmal ne kelime? Ergenekon soruşturmaları nedeniyle askerin yıprandığı, terörle mücadele edemez hale geldiği de bir hayli gülünç bir tez. Çelik kasa gibi ordumuz, Genelkurmay'a çekilen birkaç faks ve gidip gelen bir iki evrak yüzünden yıpranıyor öyle mi? Ört ki ölem, o halde.
Gelgelelim, asker aleyhine ihmal ve tedbirsizlikten fazlasını kastettiğimiz ithamlarda bile zevkle aşırıya giderken, şu soru gölgede kalıyor hep: Hırsızın hiç mi suçu yok? Ne yazık ki, bu topraklarda bir de böyle bir aydın eğilimi var: 'Ama o kötü bir çocukluk geçirdi', gerekçesinin vakvak kardeşli, miki fareli battaniyesini varolan her türden arızanın, şiddet eyleminin, katilliğin üzerine serme, onu makulleştirme eğilimi. Öteden beri aydın, demokrat, hatta solcu olmanın gereği eylemleri bizzat işleyenleri 'o kadar da' mesele yap-ma-mak etrafında örgütleniyor. Aynı düşünce tarzı Kürt kimliğini taleplerinin ana ekseni haline getirmiş ve fakat terör eylemleriyle arasına hiçbir mesafe koyamayarak hep dikkat çekmiş siyasi bir çizgiyi, DTP'yi ise, 'hiç' mesele yapmamakta... 17 er ve erbaşın öldürüldüğü bir günün ertesinde söylenecek laf 'milliyetçilik kötüdür', 'ırkçılık ırkçılık doğurur' gibi, panelist cümleleri, Radikal iki eki makale başlıkları mı olmalı? Ölümleri 'üzücü' bulmak da neyin nesi? Akrep Nalan köpeğinin üstüne oturup onu öldürdüğünde durumu 'üzücü' bulursun. Aranda bir şekilde paralellik kurulan bir örgüt 17 'insan'ı bir karakolda sıkıştırıp öldürdüğünde, bu paralellik gerçek değil bir algı yanılsaması olsa bile, durumu üzücü filan bulmaz, adam gibi 'kınarsın'... Değilse ben, Kürtlerin dilini, türküsünü, örfünü her şeyini hayata geçirmesinden yana olan, partinin kapatılmasına karşı; ve dahi Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananları 'üzücü' filan bulmamış, 'iğrenç' 'lanet edilesi' 'korkunç' bulmuş olan ben ve benim gibiler, senin soğukluğun karşısında kendisini aldatılmış hisseder. Son olarak, çeşitli beldelerimizde baş gösteren bir Kürt linç et, vatan kurtulsun eğilimini 'kınadığımı' belirtmek isterim.
Kaynak: Zaman