Britanya'yla İran arasındaki esir krizinin beklenmedik biçimde erken çözülmesi, İran'ın iyi niyetinin ve Britanya hükümetinin 180 derecelik dönüşünün doğrudan bir sonucu. Başlarda tehditkâr bir söylem kullanarak tartışmaya lüzumsuz yere uluslararası bir boyut katma arayışına giren Britanya hükümeti, sonunda İran'la karşılıklı saygıya dayalı müzakerelerde karar kıldı. Bu olay aslında bize, ABD'yle İran arasındaki uluslararası boyutlu gerginliğin nasıl ele alınması gerektiğine dair bir ders de veriyor. İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad basın toplantısında Britanya yönetimini, İran karasularına girmekle yanlış yaptığını itiraf etme cesaretini göstermediği için azarlamış olsa da, genelde cömert bir havası vardı. Britanya halkına 'hediye' mahiyetinde esirleri hemen serbest bıraktığı gibi, ne bir özür ne de taviz talep etti. İran teminat beklemekte haklı Peki madem ikili diplomasi bu kadar etkili olacaktı, bu yola askerler tutuklanır tutuklanmaz başvurulmasının önündeki engel neydi? 2004'te Britanya askerlerinin İran karasularına girmesiyle yaşanan benzer bir olayda, Britanya'nın bunun bir daha gerçekleşmeyeceği teminatı vermesiyle sorun birkaç gün içinde çözülmüştü. Tahran son 13 günde de buna benzer bir teminat bekledi. Ve aslını isterseniz, Britanya'nın 19. yüzyılda İran'daki emperyal hâkimiyetini, 1953'te halkın sevdiği Musaddık hükümetini deviren Britanya/ABD destekli darbeyi, ve Britanya'nın kimyasal silah tedariki dahil olmak üzere sekiz yıllık İran-Irak savaşı boyunca Saddam Hüseyin'e verdiği desteği göz önüne alırsak, Tahran'ın bu isteği gayet makul. İran'ın Amerikalı, Britanyalı ve İsrailli liderler tarafından, BM Şartı dahi ihlal edilerek ikide bir 'askeri seçenek' tehditlerine maruz kaldığını da bu tabloya ekleyelim. Ne var ki Britanya Başbakanı Tony Blair, hiçbir müzakere yapılmayacağını açıklayarak ve ticari ve diplomatik ilişkileri askıya alarak, uzlaşma yanlısı bir yaklaşımı en başından devre dışı bırakmıştı. İran'ın kadın asker Faye Turney'i serbest bırakma teklifi dahi, ikili görüşmelerle çözülebilecek ve çözülmesi de gereken bu duruma, apar topar BM Güvenlik Konseyi ve AB'yi de dahil etmek isteyen Britanya hükümeti tarafından sabote edildi. Britanya yönetiminin sert yaklaşımı sadece, ABD'nin istediği ve Blair'in bir yıldan uzun bir süredir desteklediği İran'da rejim değiştirme planıyla açıklanabilir. İsrail tarafından kışkırtılan ABD ve Britanya ikilisi, bir süredir elbirliğiyle İran'ın nükleer silah üretme niyeti olduğuna, Irak'taki asileri doğrudan desteklediğine ve 'İsrail'i haritadan silmek istediğine' dair asılsız iddialarla, İran'ı şeytanmış gibi göstermeyi ve yalnız bırakmayı amaçlayan çok yönlü bir strateji izliyor. Bölgede üslenmiş iki ABD uçak gemisi varken ve üçüncüsü de yoldayken gözlerimizin önüne serilen ortam, bu ülkelerin Irak'a saldırmadan önce savaş sebebi olarak, sonradan sahteliği ortaya çıkan 'kanıtlar' gösterdiği günleri yeniden yaşatıyor bize. 2 bin 200 saati aşan denetlemelerden sonra, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) dini lider Ayetullah Hameney'in nükleer silahların üretimi, depolanması ve kullanımına karşı fetva yayımladığı İran'da, nükleer silahlanma programı yürütüldüğüne dair tek bir kanıt bulamadı. Buna rağmen İran'a, yasal nitelikteki uranyum zenginleştirme programını durdurma çağrısında bulunan ve ardından buna uymadığı için yaptırım öngören iki BM kararı çıkarılabildi. Bununla da kalınmayarak, ABD'nin silahsızlanma ve uluslararası güvenlikten sorumlu dışişleri bakan yardımcısı Stephen Rademaker tarafından sunulan sağlam kanıtlara göre, ABD UAEK'ye 2005'te İran'a karşı oy vermesi, 2006'da da nükleer dosyasını Güvenlik Konseyi'ne taşıması için baskı yaptı. Bir başka propaganda cephesine geçersek, Britanya'nın Basra'daki güçlerinden sorumlu Albay Justin Masherevski bizzat denizcilerin tutuklandığı gün, yerel kaynakların kendisine, İranlı ajanların Iraklı direnişçilere 'gelişmiş silah' tedarik ettiğini söylediğini açıkladı. ABD ve Britanya'nın İran'a karşı ortaya attığı bu tür iddialar 2005 yazından bu yana bilhassa arttı ve hiçbiri, hiçbir zaman kanıtlanamadı. Tüm bunlar olurken beş İranlı diplomat, ocakta Erbil'deki İran temsilciliğine yapılan baskından beri, bilinmeyen bir yerde ve haklarında hiçbir resmi suçlamada bulunulmadan, ABD tarafından alıkonulmakta. Son olarak şunu da hatırlatalım: Ahmedinecad'ın "Kudüs'teki işgalci Siyonist rejim zaman içinde varlığını yitirecektir" sözleriyle İsrail'de rejim değişikliğine yönelik çağrısı, Batı medyası tarafından yanlış çevrildi ve tahrif edilerek meşhur 'İsrail haritadan silinmelidir' cümlesine dönüştürülüverdi. Ne gariptir ki Ayetullah Hameney'in hemen akabinde yaptığı "İslam Cumhuriyeti hiçbir ülkeyi tehdit etmemiştir ve etmeyecektir" açıklaması haberlerde hiç yer bulamadı.Tonkin Körfezi'ni hatırlattı Ahmedinecad'ın Britanyalı tutukluları serbest bırakma kararı bir güç göstergesiydi, nitekim İran lideri, Başkan Bush tutumunu değiştirirse Washington'la ilişkilerini yeniden değerlendirmeye de istekli olacağını dile getirdi. Fakat tartışma aynı zamanda gerginliğin tırmanmasının yaratacağı gerçek tehlikeleri de, tıpkı 1964'te Tonkin Körfezi'nde yaşanan olayın ABD tarafından Vietnam savaşını meşrulaştırmak için kullanılmasında olduğu gibi, ortaya koydu.Dünkü olumlu sonuç, uluslararası topluma ihtilafları çözme gücünün elinde olduğunu göstermeli. Britanya ve diğer ülkelerin hükümetleri, İran'a yasal uranyum zenginleştirme hakkından vazgeçmesi için yaptığı baskıları bırakması ve ihtilafın tüm noktaları üzerinde müzakerelere başlaması için ABD'ye baskı yapmalı. (5 Nisan 2007)