Geçenlerde Hitler bıyığıyla alakalı olarak Türkiye’de bir tartışma yaşandı. Bu tartışma aslında turnusol kağıdı gibi bir tartışma. Meselenin özeti, İsmet İnönü’nün ve Recep Peker’in Hitler Almanya’sından etkilenerek, esinlenerek o havayı Türkiye’ye yansıtmak istemeleri ve Türkiye’nin rejimini Alman rejimiyle aynı dalga boyuna getirme çabaları veya planlarıdır. Mustafa Kemal’in bu plana karşı çıktığı ve sonunda Recep Peker’i görevden alarak bu projeye son verdiği ve harcadığı tezidir. Recep Peker’in yerine Şükrü Kaya’yı ikame etmiştir. Keza İsmet İnönü yerine de Celal Bayar ikame edilmek istenmiştir. Her ikisi de ideolojik nedenlerden dolayı Mustafa Kemal’in ahir ömründe yönetimden dışlanmıştır. Yine aynı teze göre, Mustafa Kemal’den sonra bu anlayışı ve mirası İnönü ve ekibi tarafından kaçırılmış veya çalınmış ve yerine İnönücülük ikame edilmiştir. Öyleyse, bugünkü sıkıntılarımızın temelinde İnönü rejimi ve anlayışı yatmaktadır. Dolayısıyla bütün günah İsmet İnönü ve Recep Peker’in üzerine boca edilmektedir. Mustafa Kemal sonrası CHP mirası, İnönü bağlantılı faşizan bir miras olarak telakki ve takdim edilmeye çalışılmaktadır. Dolayısıyla bu tartışma bize SSCB’nin son döneminde Glasnost ve Perestroika reformları gölgesinde yaşanılan tartışmaları hatırlatıyor. Buna göre, aslında günah keçisi Stalin ve Stalinizmdir. Lenin ise pir u pak ve bütün yapılanlardan müberradır. Hiçbir günahı yoktur. Lakin SSCB’nin son döneminde Lenin-Stalinizm ayarı ve ayrımı pek tutmamış ve sistem bir bütün olarak tepetaklak olmuş ve çökmüştür. Rejim kavgasının altında hem Stalin hem de Lenin kalmıştır. Türkiye’de ise Rusya’da geçmişte oynanan oyunun bir benzeri perdesi oynanmaktadır.
*
İsmet İnönü ve Recep Peker’in Faşizmden ve Hitler’den etkilendikleri bir gerçektir. Lakin bu taktik bir etkilenmedir. Buna mukabil, tek parti yönetimi vesaire Leyla Umar ve benzerlerinin daha önce yazdıkları ve anlattıkları doğrultusunda cumhuriyetten sonra tedavüle sokulan tek parti sistemi, Sovyetler’den mülhemdir. Yani CHP aslında Hitler’in Nasyonal Sosyalist Partisinden değil Komunist Parti’den mülhemdir. Zira Recep Peker belki geç dönemde bu partiye faşizm aşısı yapmak istemiş olabilir. Bununla birlikte CHP’nin kuruluşu Nasyonal Sosyalist Partiden çok öncedir ve selefi ve modeli Komunist Partidir. Dolayısıyla CHP’nin Hitler’in ve partisinin devamı olduğu iddiası avuntudan ve saptırmadan ibarettir. Tarihi gerçeklerden kopuktur. Bazı şeyler birbiriyle karıştırılıyor. Sözgelimi, Mustafa Kemal’in tamamen pragmatik bir lider olduğu ve ideolojisi ve ilkeleri olmadığı varsayımı, bu haltlardan yani karıştırmalardan biridir. Hedeflerine kademe kademe varmak ve ilerlemek istediği ise asıl gerçektir. Bu dönemlere uygun söylem geliştirdiği de söylenebilir. Lakin dine dayılı siyasi ve içtimai anlayışı yıktığı ve yıkmak istediği de müsellem bir hakikattir. Onun dışındakiler teferruattır. Bu bağlamda, Taha Akyol gibiler tarihi bağlamda doğru olan bir tespiti aktarıyorlar. O da Mustafa Kemal’in pragmatik olduğudur. Ya da hedeflerine ulaşmak için zaman zaman üslup ayarlamasında bulunduğu söylenebilir. Halbuki, iktidara gelmeden önce de yapacaklarına dair ön fikirlere sahip olduğu tarihi olarak sabit bir husustur. Dolayısıyla öncelikli hedefleri arasında, önceki paradigmayı yıkmak ve yerine yeni paradigma ikame etmek bulunmaktadır.
*
Mustafa Kemal’in pragmatizmi üzerinden 6 okun veya reformlarının reddedilmesi doğru olmasa gerek. Nihai bağlamda, Mustafa Kemal muayyen hedeflerine ulaşmıştır. Bunun onun hedefleri olmadığını söylemek ne gerçek ne de tarihi bağlama uygundur. Burada takdim edilen yanlış şudur. İnönü Alman ideolojisine bağlıydı ve Mustafa Kemal pratik ve pragmatik bir liderdi. Ve bir dönem demokrasiye geçmek istemiştir lakin şartlar müsaade etmemiştir. İşte bu noktada kimileri Erdoğanizm ile Kemalizm arasında buluşma ve kesişme noktaları bulmaya ve kaynak yapmaya çalışıyorlar. Mustafa Kemal, Osmanlı’ya sırtını dönerek reddi miras da bulunduğu gibi Başbakan Erdoğan’ın da Milli Görüş gömleğini çıkardığı ve arada benzerlik oluştuğu varsayılmaktadır. İşte bu alanda kimileri teori üretmekte ve bu teoriler de AKP çevrelerinde görücü ve alıcı bulmaktadır. Bu teorisyenlerden birisi araştırmacı Ertan Aydın ve Türkiye’de Demokratikleşme ve Demokrasi Açılımı kitabı AKP kurmayları tarafından da okunmuş ve takdir görmüş. Ertan Aydın, Hürriyet’teki konuyla ilgili habere şöyle konuşmuş: ”Kitabımı Başbakan da gördü, okudu. Özellikle Kemalizm konusunda Ak Parti kurmayları tarihi süreci ilgiyle okumuş. Mesela Bülent Arınç okumuş, başka isimler de var. “Atatürk’e bu kadar farklı bir yaklaşımı ilk defa gördük. Bu manada çok memnun olduk” diyorlar. Atatürk’le kendileri arasında böyle bir ilişkinin kurulması, empati kurmaktan çok memnun olmuşlar. Atatürk’ü bir camiaya yeniden tanıtma girişimidir aynı zamanda bu kitap. Bazı kesimlerdeki Atatürk algısındaki sıkıntıyı aşabilecek bir kitaptır. Kuruluşundan bugüne kadar zaman içinde evrilen ve evrildikçe daha fazla merkez değerleri bünyesinde barındıran bir parti Ak Parti. Avrupa Birliği’ne karşı duran bir kitlenin süreç içerisinde diğer partililerle kıyasla nasıl en fazla AB taraftarı olduklarına şahit olduk. Keza, son yaptığımız kamuoyu araştırmalarında Ak Partili seçmenin CHP’li seçmene oldukça yaklaşan bir laiklik değerini benimseme algısı var. Laiklik, iki parti seçmeni arasında ayrıştırıcı bir değişken olmaktan çıkıyor. Bu noktada, Atatürk’e ilişkin bu yeni bakışın Ak Partililer nezdinde pozitif algılandığına şahit oluyorum…”
Bu kadar açık sözlerden sonra bize fazla laf düşmez. Bu durumda CHP laikliği temsil ederken AKP sekülerizmi temsil etmektedir. Eğer söyledikleri doğru ise şöyle de söylenebilir: Erdoğanizm nihai muhassalada Kemalizm içinde bir parantezdir…”
Esasen hep öyle olmuştur. Kimi oryantalistlere göre İttihat ve Terakki Cemiyeti ve önderleri 1913 itibarıyla ideolojilerini terk etmişlerdir. Tamamen pragmatik bir eğilim içine girmişlerdir. Bunu Siyasi Portreler kitabında Yahya Kemal Beyatlı da doğrulamaktadır. AKP de sonunda ideolojisini terk ederek pragmatikler kervanına katılmıştır. Her şey pratik ve pragmatik bir çizgide ve zeminde ilerliyor. Bu bir polemik yazısı değil, tespit yazısıdır ve bu itibarla, pragmatizmi olumlamak veya müspet olarak değerlendirip değerlendirmemek kişinin vicdanına kalmış bir meseledir.