Soru pek çok kimse için kışkırtıcı gelebilir. Ne var ki bu soru cümlesi sadece dikkat çekmek yahut bir ironi yapmak için de sorulmadı. Böylesi bir soru cümlesinden ne anlaşılması gerekiyorsa cevabı alınmak üzere sorulmuş bir soru.

El-kaide'yi dünya İslami hareketlerinin, İslamcılığın, hatta Müslümanların temsilcisi makamına oturtanlar ne kadar İslam'ın ve Müslümanların haysiyetini korumak kaygısında iseler malum yapı ve benzerleri de o kadar gerçek!

11 Eylül ve Irak işgalinde 'yıldızı parlatılan'ların iki işlevi oldu. Bir; mevcut hegemonik kuşatmanın devamını sağlayacak ve meşruiyetini sürdürecek bir gerekçe oluşturmak. Bu konuda maksadın hasıl olduğundan kuşku yok. Yoksa dünyanın en fakir ülkesi Afganistan'ı bunca masraf ve askeri harcama yapıp işgal etmenin, her gün bombalamanın bir gerekçesi bulunamayacağı gibi meşruiyeti de olamazdı. Irak'ta işgal süresinde sürekli ismi duyulan bir örgüt nedense birden sesini kesti; yerini sekter kan davası aldı.

Afganistan'da Amerikan işgaline ve işbirlikçilerine karşı savaşan Taliban nasıl olduysa bir anda El-kaideleşti. Oysa ne din anlayışı ne de toplumsal gerçekliği birbiriyle uyuşan bu iki yapıdan birinin diğerinin yerine ikame edilişine tanık olduk.

Irak'ta direnişin tümünü sekter grupların parantezine alan siyasal propagandanın ikinci ve pek dikkat edilmeyen hususlardan biri de; Irak'ta Amerikan gücüne karşı açıktan karşı çıkamayan küresel güçlerin kaynağı belli olmayan direniş adı altında işgalcilerle bilek güreştiği hususudur. Bu durum tespiti yapılmadan ne El-kaide ne de Ortadoğu'da İslamcı direniş adına kurulmak istenen sekter yapıların mahiyeti anlaşılır. Saddam'a karşı söylem düzeyince birleşen, ABD'ye destek veren güçler, sahadaki (İslamcılık adına çıkan örgütler dahil olmak üzere) kimi gruplar üzerinden stratejik hesaplarını yapıp dolaylı bir bilek güreşi sürdürdüler. Bu sayede ABD ve müttefikleri, bunlara karşı güç dengesi oluşturmak isteyen potansiyel rakipler; hem İslamcılığı terörize ederek mahkum etmeyi hem de sahada dolaylı varlıklarını göstermeyi denediler.

Tüm bu arkaplan anlaşılmadan Suriye'de de neler olup bittiği, neden tüm muhalefet değil de muhalefet içindeki belli grupların İslamcılık adına öne çıkarıldığı ve dolayısıyla zımnen Baas rejiminin bekasının sağlandığı anlaşılamaz.

Irak'ta işgalin meşruiyetinin ve devamının gerekçesi sayılan yapılanma Suriye söz konusu olduğunda 'bataklığa girmeme'nin gerekçesi haline getirilebiliyor. Suriye muhalefetini adeta ortada bırakan ABD'nin de, Baas rejimini destekleyen Rusya'nın da gerekçelerinin benzer olması şaşırtıcı değil.

Irak'ta sürdürülen üstü örtük soğuk savaş mücadelesinin aracı olan El-kaide Suriye'de bölgesel soğuk savaş denkleminin alenen ve fiilen kurulmasının belirgin sebebi olarak gösteriliyor. Batı'nın kendi içinde tutarlı olmak adına gerçekleştireceği müdahaleye yönelik gösterdiği isteksizliğin tek nedeni haline geldi. Temsiliyet gücü ne olursa olsun, Batı'nın vicdanını rahatlatan bir gerekçe olarak El-kaide, yeni Ortadoğu denklemini oluşturan halkaları birbirine bağlayan, stratejik olmaktan çok, jeokültürel tutkal işlevi gördü.

Semboller düzeyinde yürütülen tüm bu mücadelenin katı gerçekliği şu ki, başından beri öngörülen devletler oyununun bu vesile ile sahnelenmiş olmasıdır.

- ABD için El-kaide ve 'aşırı İslamcı' yapılar gibi gerekçelerin ne kadar gerçekçi olduğundan bağımsız olarak, (başından beri vurguladığımız gibi) zaten bölgede yeni bir krizi yönetme kapasitesinin ve niyetinin olmadığı teyit edilmiş oldu.

- Özellikle son kimyasal saldırı vesilesi ile alenen ortaya çıkan gerçek ise, ABD'nin adeta kendi eliyle Rusya'yı bölgede dengeleyici bir güç olarak yeniden karşısına aldığıdır. Rusya'nın itirazını bekleyen, hatta onu cesaretlendiren bir diplomasi trafiği, askeri müdahaleyi gereksiz kılacak bir oyuna dönüştü.

- Ortadoğu'da bölgesel soğuk savaş denklemi adım adım inşa edilirken Rusya'nın muhatap alınmasına rağmen Çin'in özellikle uzak tutulması anlamlıdır. BM'de Rusya ile beraber aynı çizgide duran ABD'nin Güneydoğu Asya'da çevrelemeye çalıştığı Çin'in Ortadoğu'ya sızmasına izin vermek istememesinin stratejik anlamı üzerinde düşünülmesi gerekir.

- Suriye'nin arkasında duran İran'ın da Esad rejimi üzerinden adeta kendi pazarlığını yaparak başta nükleer konusu olmak üzere ulusal çıkarlarıyla ilgili en az zararla çıkacağı ABD ile anlaşma zemini kollaması da yeni denklemin başka sonucu.

- Muhalefeti destekleyen, El-kaide tipi yapıları öne çıkmaları yönünde cesaretlendiren ve bunlara lojistik, stratejik destek sunan Körfez ülkeleri bu oyunda, 'büyük oyunculara argüman hazırlayan aracı' rolünden öte bir pay kapmamış oldular.

- Türkiye'yi Suriye konusunda başta cesaretlendiren Batı, bu konuda hep yalnız bırakarak ona Ortadoğu'da gücünün sınırlarını göstermiş, belirleyicilik iddiasını da boşa çıkarma yönünde mesaj vermiş oldu.

- Arap Baharı'nın rüzgarıyla Suriye'de barışçıl rejim değişikliği bekleyenler her şeyden önce Baas rejiminin yapısı hakkında yeterli hafızadan yoksun olduklarını göstermiş oldular. <<<DEVAMI>>>